Delirmenin eşiğinde

Dilek'in ardından yazacaktım sadece onun için, olmadı fırsat vermediler. Kanser hastası olan ve ilaçlarını temin edebilmek için yardım istediği “bakan” tarafından cebine para sıkıştırılan Dilek. "Ben dilenci değilim. İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda" diye ağlayarak uzaklaşan... Ben onu unutmuş ve başka dertlerle meşgulken, hiç beklemediğim bir anda ölüveren... Çaresizliğini yazacaktım. Cebine sıkıştırılan paranın kalbinde, kalbimizde açtığı yarayı ve öfkemizi.. Kendinden sonrası için de devam eden mücadelesini... "Tedaviyi kabul ederim ama o bakandan geliyorsa yardım, istemem" deyişindeki çocuksu dürüstlüğünü ve belki de o yüzden içimizi acıtan inadını. Her şeye rağmen bitmeyen insanlığı ve onuru. Hepimizin onu ve ilaç bulamadığı için sessizce ölüp giden diğerlerini unutuşumuzu. Kendimin de Dilek'i ölünce hatırlayışıma kızacaktım. 

Ama diyecektim sonra, o kadar çok şey oldu ki üzüleceğimiz, kızacağımız ve uğruna mücadele edeceğimiz. Ama diyecektim Hira ve Elif'in acısı dinmedi ki daha. Annelerinin sesi hâlâ kulaklarımızda çınlarken haberdar olmadık mı ötekilerden? Çocuklukları ellerinden alınmış çocuklardan. Ülkenin bir hastanesinde “sadece bir”, beş ay içinde “sadece beş ay”, 115 çocuk “tam 115”, gebe olarak kayıt altına alınmış ve örtbas edilmiş… O çocukların nasıl korktuklarını, çığlıklarını anlattı olayı ortaya çıkaran hastane personeli. Korkmazlar mı! Yarıya yakını ise Suriyeli çocuklarmış. Savaştan kaçarken tacizcilerin tecavüzcülerin kucağına düşen çocuklar... Bu çocukları, görevi onları korumak olan bu devleti, devletin sağlık sistemini düşünürken bir anda savaşın ürkütücülüğünü ensemizde hissetmedik mi? Zeytin dalı içimizde bitemeyen "yas"lara koca koca yarıklar açarak geçti ve saplandı bir yere. Hesaplar vardı, büyük pazarlıkların hesapları. Bir de bizim soramadığımız hesaplar.

Bir yandan olan biteni anlamaya çalışırken biz, ne çok acı çektik, öldük ve ölmeye devam ediyoruz...

Bir felaketin ardından yaşayan olmak zordur. Birey için de toplum için de. “Yas” der Freud, "sevilen bir yakının ya da ülke, özgürlük, ideal gibi düşünsel-soyut bazı değerlerin kaybına karşı gelişen tepkidir" (1). Toplumların da bireyler gibi travmatik bir olay sonrasında kayıplarıyla ilişkisini gözden geçirmesi, olayı hatırlayıp tekrar tekrar değerlendirebilmesi için travmatik olayla arasına zamansal, duygusal ve düşünsel bir mesafe koyması gerekir (2). Zaman gerekir, anlamlandırmak, süzgeçten geçirmek, kabullenmek ve bağışlamak gerekir. Ortada birinin ötekine uyguladığı bir şiddet/terör varsa hele, failin/faillerin suçu kabullenmesi, bağışlanmayı dilemesi mağdurun yasını tamamlamasında önemlidir denir (2).

Bizimki gibi travmaların hiç bitmediği bir ülkede kişi ya da toplum neyin yasını nasıl tutacak? Kimden soracak hesabı ya da kimi bağışlayacak? Baskı, zulüm sahibi iktidarlar suç işlemeye devam ediyorlar. Henüz bir travmanın etkisindeyken bizler, yenileri ekleniyor. Hissedemeden unutuyor, unuttukça alışıyoruz. Bu durumda çıksa örneğin AKP iktidarı yaptığı her şey için özür dilese sarılır mı yaralarımız bir nebze? 

Leyla Erbil okumanın tam da zamanıymış. Öylesine anlatmış ki geride kalanın, tanıklık edenin yaşadığı cehennemi "Üç Başlı Ejderhası"nda. Üzerine söz söylemek zor ama bir o kadar da konuşulası...

,,,bense,,,, ilkin öç almak için intihar etmedim,,, oğlumun öcünü almadan intihar etmeyecektim,,, bekledim,,, ardından kimden öç alacağımı bilemedim,,, katilleri o kadar çok ki adalet isteyenlerin,,, bekledim,,, bekledim,,, ardından onları nasıl öldüreceğimi bilemedim,,, ardından,,, ardından bu duruma düştüm,,, olanlar oldu,,, uygarlaştırdılar bizi,,,

Böyle diyor Leyla Erbil’in tanığı. Evladı işkencede öldürülmüş, delirmenin eşiğinde bir anne. Başka başka acıları da yüklenmiş koca bir yürek. Bitemeyen, tutulamayan yaslarının içinde arafta kalmış, sıkışmış bir insan. Hep böyle mi olur gidenin ardından hayatta kalmak? Eğer yoksa tutunacak dalın öyle olur, delirtir. İyi dürüst bir insan, yaşanan bunca adaletsizliğe kayıtsız kalamaz ve delirir. Başka bir dünyanın mümkün olabileceğine inancı yoksa ve mistik bir dünyadan medet umamayacak kadar gerçekçiyse, delirir. Yaşananların ağırlığı altında ezilen ama korkan, bu yüzden de yok sayan ve normal yaşamını sürdürebilenler kadar kapalı değilse gözleri, delirir. İnsan olan delirir ve delirmemenin tek alternatifi yalnız kalmamaktır. Delirmemenin tek alternatifi, daha iyi bir dünya için mücadele eden ötekilerin varlığını bilmektir. Değişebileceğine inanmak ve adım atmak delirmekten iyidir.

(1) Yas ve Melankoli, S. Freud (R.Uslu & O.E. Berksun çevirisi)
(2) "Bir Metafor Olarak 12 Eylül", Prof. Dr. Cem Kaptanoğlu, Türkiye Psikiyatri Derneği Bülteni / Cilt 13, Sayı 2, 2010