Çocukları yaşatabildiğimiz bir ülkeyi kurmak zamanıdır artık

Halbuki ne güzeldir on üç yaşında olmak. Sürekli bir değişim içinde olan bedeni keşfederken, dünyaya da bambaşka bir farkındalık ile yeniden bakmaktır. Çocukluktan erişkinliğe uzanan köprüden; adım adım, çocuksu bir saflıkla, büyüklerin dünyasından çekilen kopyalarla, inatla, merakla ve umutla geçmektir. Bazen de on üç yaşa, patronların “yağmur da yağsa taş da yağsa çalışacaksınız” emrine uymak düşer. Bazı çocuklar için o köprü kurulmadan yıkılmıştır, çocukluk da orada yitip gitmiştir.

Antalya’nın Kumluca ilçesine ailesiyle birlikte çalışmaya gelmişti Berivan Karakeçili. Hortum çıktığında portakal bahçesinde çalışıyordu, çatıdan kopan sac başına isabet etti ve vaktinden önce biten çocukluğu gibi bitti yaşamı. Babasına göre hortumdan kaçmak aklına gelmemişti, durup öylece izlemişti. Çünkü çocuktu.

Tıpkı kendisinden birkaç gün önce, babası işsiz kaldığı için okulu bırakıp sanayide çalışmak zorunda kalan ve yağ sobasının patlaması sonucu yaşamını yitiren İbrahim Halil Oruç gibi. Sadece geçtiğimiz yıl iş cinayetlerinde hayatını kaybeden 67 çocuk işçi gibi…

Berivan’ın çalıştığı bahçeden toplanan portakallar fabrikalara götürülüyordu. Fabrika sahibi patronlar, zarara uğramak istemediklerini söylüyorlardı her seferinde. Günlük olarak, sigortasız, güvencesiz çalıştırdıkları işçileri kötü hava şartlarında da çalışmaya zorluyorlardı. Yağmur da yağsa taş da yağsa çalışılacaktı! 

Babası devam ediyor anlatmaya: “Berivan çalışan tek çocuğumdu. Okuyordu, onu burada yalnız bırakamadığım için yanımıza aldık. Berivan da çalışıyordu. İş imkanı olsa, ekonomik gücüm olsa kızımı okuldan çıkarıp gitmezdim oralara. Çalışırken boyu kadar çamura batıyordu.”

Çocuğunun ölümüne engel olamamış, iyi olanaklar sunamamış bir babanın acısı ve suçluluğu var satır aralarında.  Çoluk çocuk bir araca doluşup tarlalara taşınan, derme çatma barakalarda konaklayan, karın tokluğuna yevmiyelere razı olan milyonlarca işçiden biri o. Benzer acılara tahammül etmek zorunda bırakılan, sömürülen milyonlardan sadece biri.

Türkiye’de yüzde 80’i kayıt dışı çalıştırılan yaklaşık 2 milyon çocuk işçi olduğu tahmin ediliyor. Dünya sağlık örgütü 18 yaş altını çocuk kabul etse de, yönetmeliklerde hala 14 yaş altı “çocuk işçi”, 15-18 yaş arası ise “genç işçi” olarak yer buluyor. Böylelikle çocuk işçilerin çalıştırılabileceği alanlar da genişletilmiş oluyor.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporuna göre, Türkiye’de çocukların yarıdan fazlası tarım sektöründe çalıştırılıyor. Çocuk işçi ölümleri en sık tarım ve ardından inşaat sektöründe gerçekleşiyor. 4+4+4 eğitim sitemi de, pek çok çocuğun üretimin içine çekilmesine vesile olmuş ve patronlar için önemli bir kaynak haline gelmiş durumda. En ucuza, güvencesiz çalıştırılabilecek ve elbette hakkını savunamayacak kadar güçsüz bir çoğunluk.

Patronların kazançlarını en başa yazan düzen içinde çocuklar, özellikle de işçi sınıfından çocuklar en çok sömürülenler oluyor. Eğitim sisteminden çalışma şartlarını belirleyen yasalara, devletin elindeki mekanizmalar da bu düzene hizmet ediyor. Böylelikle tecrübesizliklerinden, bilgisizliklerinden ya da sadece yaşlarından kaynaklı eksikliklerinden dolayı yüklendikleri işlerin üstesinden gelemeyen pek çok çocuk işçinin yaşamı da emeği kadar ucuz hale geliyor.

Berivan Karakeçili, mevcut düzenin gözünde tarım işçisi olarak çalıştırılacak kadar “büyük”tü. Küçük ve becerikli ellerinin emeği sayesinde birileri zenginliklerine zenginlik kattı. Piyano çalacak belki resim yapacak olan eller hiç durmadan çalıştırıldı. Ama işte Berivan’ın onlara inat “çocuk” gözleri hortuma takıldı kaldı. On üç yaşındaydı. On üç yaşın meraklı bakışlarını, heyecanını, umudunu öldürdüler.

Kâr uğruna öldürecekler çocukları ve izleyemeye devam edeceğiz öyle mi?  “Çocuklar öldürülmesin” demenin yetmediği yere gelmedik mi hala? Çocukları yaşatabildiğimiz bir ülkeyi kurmak zamanıdır artık. Başka türlüsüyle yetinmek nice on üç yaşlara kıymak demektir.