Burjuvazinin dayanılmaz çekiciliği

Seçim sürecinde içimize sığmayan yoğun duygular, Ekrem İmamoğlu’nun mal varlığını açıklaması ile kısa bir kesintiye uğradı. Ülkenin çoğunluğunun yanına yaklaşamayacağı zenginlik karşısında İmamoğlu fanları bile önce yutkunmuş olsa gerek. Silik bir “nasıl oluyor bu işler” sorusu geçti akıllardan belki. Ama çok uzamadı sorgulama, başka türlü nasıl başkan olunurdu ki zaten bu memlekette? En azından “Ekrem abi” olabilecek birisiydi işte yeni başkan; samimiydi, cesurdu ve kucaklayıcıydı. Herkesin uzun zamandır özlemini duyduğu özelliklere sahipti.

Ekrem İmamoğlu’nun üslubu ve davranış biçimi, hem bağlı bulunduğu partinin hem de bizzat kendisinin siyasi tavrının ötesine geçti. Yıllardır ezilen, haksızlığa uğrayan, susturulan insanlar onun sesinde kendilerine yer buldular. Baskıcı, gaddar, kötü babanın karşısına dikilen güçlü bir “abi” vardı artık. Özdeşim yapılası, bağlanılası, övünülesi…

Bunca zulmün ardından doğan bu heyecan ve umudu yok saymak, görmezden gelmek büyük haksızlık olur. “Her şey çok güzel olacak” diyen gencin de bu slogana tutunan insanların da her şeyin çok güzel olacağına dair inançları tam ve gerçekti. Her şey güzel olacak derken kastedilen tam olarak neydi, ondan pek emin değiliz ama. Şu ana dek başımıza gelenlerin bundan sonra yaşanmaması arzusundan ötesi belirsizdi. Herkes için mi güzel olacaktı herşey mesela? Zenginle fakirin eşitliği nasıl mümkündü? Kirasını ödeyemediği ya da atanamadığı için yaşamına son vermeyecek miydi artık yoksul emekçiler?

Bu sorular sorulamazken, ortalığı bulandıran bir yorum Cumhuriyet yazarı Mine Kırıkkanat’tan geldi: "İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun mal varlığını açıklaması, birinci derecede önem verdiğim 'ahlaklı politika' söylemine çok yakıştı. Mal varlığının genişliği de güven verdi. Çünkü... Açı doyurmak zordur. Toku doyurmak gerekmez. Aman zengin olsun, doymayan eski fakirlerden bıktık."

Mine hanım da en az “Ekrem abi”ciler kadar gerçek. Onlarla aynı yerden bakmasa da ideal otorite figürünü bulmuş belli ki. Şeffaflık istiyor ve bu açıklama onu çok memnun etmiş görünüyor. İmamoğlu’nun mal varlığının genişliğinin ona güven verdiğini de hiç çekinmeden söylüyor. Çünkü zaten arzuladığı budur. Eskisinden farklı ama yine güç sahibi birine yaraşır yönetmek, fakir fukaraya değil. Karnı tok, sırtı pek burjuvazinin dayanılmaz çekiciliği…

Açı doyurmak zordur diye devam ediyor sözlerine. Aç derken sanıyoruz eski yönetimden bahsediyor. Ama işte fikrimizdeki dilimize dökülürken, örtük olanı da açık ediveriyor. Açlık ve doyumsuzluk, fakirlik ve hırsızlık aynı kefede karışıp gidiyor birbirine. Zenginlik, doyumun ve çirkinliklere tenezzül etmeyişin ifadesi oluyor. Kötü AKP, zenginlik ile değil fakirlik ile özdeşleşiyor. AKP dönemi boyunca en çok ezilen kesim olan yoksul emekçilere ise bir kez daha yutkunmak düşüyor.

Mevzu edilen açlık ve fakirlik ile ilgili bir araştırma sonucu tam da bu sıralarda açıklandı. Haziran ayı açlık sınırı 2,067 lira, yoksulluk sınırı 6,733 liraymış. Bekar bir işçi için belirlenen asgari ücret ise 2,020 lira, açlık sınırının altında. İmamoğlu’nun mal varlığına sahip olmak için bir işçinin kaç yıl çalışmak zorunda kalacağı hesabına girmeyelim, her şey ortada.

Bunca gerçekliğin içinde işçi sınıfının ekmek derdi de gerçekti, sıra pek ona gelemedi. İş cinayetlerinde ölenler de, hakları gasp edilenler de, sesini yükselttiğinde kapı önüne konulanlar da hep aynı “fakir”lerdi. Bunlardan da pek bahsedilmedi. Ekrem abinin varlığı dişimizi biraz daha sıkmamıza yaradı.

Ekrem abinin kafamıza yatmayan kimi söylemleri de arada kaynadı. Dindarlar rahat edecek diyordu, tarikatları savunuyordu, haremlik selamlık havuzlarıyla övünüyordu; gericiliğin nefes aldırmadığı yılların ardından gelen umudun temsilcisi. Cemaatinden patronlara, herkese boncuk dağıtıyordu.

AKP kadar baskıcı ve saldırgan olmadığı anlaşılan ama mevcut düzenin bir temsilcisi olduğunu açıkça ifade eden bu siyasi öznenin önümüzdeki günlerde nasıl konumlanacağına hep birlikte tanıklık edeceğiz. Bu tanıklık bizi; her şeyin herkes için güzel olmasının ancak insanın insanı sömürmediği bir düzende mümkün olabileceği gerçeğiyle bir kez daha yüzleştirecek.