Bizim Tante Rosa

Hiç beklemediğiniz bir anda karşınıza çıkıveren yeni dostlukları anımsatan kitaplar vardır hani... Şimdiye dek nasıl oldu da tanışmadık sorusu, sanki çok eskiden beri tanıyoruz birbirimizi duygusuna karışır gider. İşte onlardan biridir Tante Rosa. Başyapıtı değildir belki; ama Tante Rosa'sız Sevgi Soysal eksiktir. Politik tavrının, topluma dair dertlerinin öne çıktığı 1970 sonrası eserlerine açılan kapıyı bu kitabı ile aralamıştır Sevgi Soysal.

Kitabın sunuş kısmında Funda Sosyal, henüz bir bebekken kaybettiği annesine ve Tante Rosa’ya dair şöyle diyor: “Belki de denebilecek tek şey, onu hiç tanımamış kızı olarak benim, yokluğunun nasıl bir boşluk olduğunu ölmeden iki ay önce çekilen ve kitabın kapağından size bakan fotoğrafının bile anlatabildiği annemi, kitaplarıyla, en çok da Tante Rosa ile tanıyıp sevmiş olduğumdur. Kitapları, yetecektir…” 

Sevgi Soysal, 42 yıl önce böyle bir Kasım gününde veda etti, çok sevdiğini sıkça dile getirdiği yaşamaya. Gencecik bir yaşta, üretkenliğinin en yoğun olduğu zamanlarda gidiverdi. Gitmeseydi kim bilir neler  yazacaktı insana, topluma ve belli ki en çok kadına dair diye düşünmeden edemiyor insan. Kitapları bolca eleştirilen, müstehcen olduğu gerekçesiyle toplatılan, işinden kovulan, tutuklanan yine de yazmaktan bir an bile vazgeçmeyen kadındır Sevgi Soysal. 

Her biri çok değerli eserleri üzerine söylenecek çok şey var; ama ölüm yıldönümünde belki de inadına yaşama isteği uyandırdığı için Tante Rosa ile anmak isterim onu. Annesini hiç hatırlamayan bir çocuğun, annesini tanıdığı ve sevdiği kitap ile... Yaşama övgüdür bu kitap; bazen düşmek, incinmek yine de ayağa kalkmaktır, vazgeçmemektir.

On dört kısa öyküden oluşan kitapta, her bir öykü Tante Rosa'nın yaşamından bir kesiti anlatır. Henüz 11 yaşında hayalperest bir çocuğun at cambazı olma tutkusuyla başlar hikaye. Annesine “seni çok seviyorum, ama ne olur benim bulunmuş, sepet içinde bulunmuş bir prenses olduğumu söyle” diye yalvaran sevimli bir çocuktur o. At cambazı olamayacağını anlaması ve bu süreçte tanık olduğu eşitsizlikler ilk büyük hayal kırıklıklarıdır. Yine de eksilmez yaşama bağlılığı, kaldığı yerden devam eder. 

Kitabın en etkili öykülerinden biri olan “tante rosa rahibeler okulunda”, bambaşka bir dünya ile tanışmasını anlatır küçük kızın. Tante Rosa bu kez, tüm çocuksu arzularının ketlendiği, din adına yasaklandığı ve hatta cezalandırıldığı bir manastıra düşmüştür. Başına gelenleri bir türlü anlayamaz ve sonunda göz yaşları içinde, mavi gözlü yakışıklı İsa’nın böylesine kindar bir Tanrı’nın oğlu olamayacağına karar verir. Bu kadar iyi bir kadın olan Meryem de, İsa’yı doğurmadan önce Katolik değildir kesin! O günden sonra Tante Rosa için artık Tanrı olmasa da olur.

Annesinin elinden düşmeyen “Sizlerle Başbaşa” isimli aile dergisi ara ara karşımıza çıkar ki. Yaşam hiç de Sizlerle Başbaşa’da anlatıldığı gibi değil diye düşünür Tante Rosa, bazen de trajik bir biçimde dergide anlatılan öykülerin içinde bulur kendini. İlk sevişme sonrası hamile kalıverir örneğin dergideki kızlar gibi. “Sizlerle Başbaşa”dan öğrendiklerini yok sayamaz ve kötü yola düşmemek için evlenir elinin değdiği ilk erkekle. Çocukları, düzenli bir evi, Pazar ayinlerine giden bir kocası vardır artık. Bir gün, çevresindeki her şeyin kendisini boğduğu bir gün; evini, üç çocuğunu ve kocasını terk eder. Kötü kadındır bundan böyle herkesin gözünde ve aforoz edilir çoktan vazgeçtiği dininden.

Sonrası yeni hayal kırıklıkları, yeni başlangıçlar ve pes etmeyişlerle dolu maceralar... Ayakta kalmak için ne iş olsa yapan; ama istemediği yerde durmayan, hissetmediği gibi davranmayan bir kadın. Kendince bir yol tutturmuş, bazen gerçekten kendini acınası durumlara düşüren, yine de hep sevdiğiniz ve anladığınız bir Tante Rosa.

Sevgi Soysal, Alman bir annenin kızıdır ve kitabında anlattığına benzer gerçek yaşam öykülerini dinleyerek büyümüştür. Anneannesinden teyzesine ve kendisine uzanan bir yolculuk olarak tanımlıyor söyleşilerinde bu kitabını. Belli ki kendi iç dünyasından da samimi izler taşıyor Tante Rosa.

Yayımlandığı 1968 yılında edebiyat çevrelerince yuvasını bile terk eden bu uçarı kadının öyküsü pek de hoş karşılanmamıştır. Kültürümüze yabancı ve gereksiz bulunmuş olması, sadece yazarın yabancı bir kadın karakteri anlatmış olması ile açıklanamaz elbette. Muhafazakarlık yanı başındaydı Sevgi Soysal'ın ve o bunu bilerek yazmaya devam ediyordu. 

Tante Rosa, tek başına bir kadının türlü zorluklara rağmen yaşama tutunuşu gibi algılanabilirse de ilk bakışta, çok daha ötesidir. Kadının toplumdaki yerini, kadına biçilen rolleri ve üstündeki baskıyı, örtük de olsa bir düzen eleştirisiyle birlikte, aykırı bir karakter üzerinden anlatır Sevgi Soysal. Bilinçli bir başkaldırı değildir Tante Rosa'nınki, öyle olduğu içindir sadece. Bu haliyle bile düzene uyum sağlamışlardan daha gerçek ve  güçlüdür. “The end”; yersiz, yurtsuz, ailesiz ve dinsiz bir yalnızlıktır Tante Rosa için. Hiçbir yere ait olmayan bu kadının cenazesinin başına gelenler ise ironiktir.  Ailenin, dinin ve devletin diğer kurumlarının ruhsuz, insana yabancılaşmış çarkı içinde Tante Rosa’lara yer yoktur. Yine de tüm olanlarla alay edercesine yaşama veda ederken bile gülümsetir; aslında hiç de yalnız olmadığını, olmadığımızı düşündürür Tante Rosa.