Başka çaresi yok, biz kazanacağız!

Geçtiğimiz hafta yedincisi düzenlenen Aile Şurası'nda konuştu Cumhurbaşkanı. Güçlü bir millet ve huzurlu bir toplumun temel şartının güçlü bir aile yapısı olduğunu söyledi. Yıllarca “aile planlaması” adı altında bu ülkenin kısırlaştırıldığını iddia etti ve ekledi “her gelen rızkıyla gelir”.

Her çocuğun Allah tarafından rızkıyla gönderilmesi kabulü, o çocukların yaşamları boyunca başına gelenlerin de Allah’a havale edilmesine vesile oluyordu. Bazı çocuklar aç kalabilir, okula gidemeyebilir, giyecek ayakkabısı olamayabilir, çalışmak zorunda kalabilir ve hatta çalışırken ölebilir. İlahi adalet bu dünyada değilse de öteki dünyada mutlaka yerini bulacaktır.

Son 17 yılda aile ve sosyal politikalarda hayata geçirilen pek çok reformun bu toplantılarda planlandığını da anlattı Erdoğan: “Aileye münhasır bir bakanlığın kurulması teklifi ilk kez yine bu şuralarda gündeme gelmiş, hamdolsun 2011'de bizim dönemimizde gerçeğe dönüşmüştür." Tam olarak böyle oldu. 2011 yılında Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı kapatıldı ve yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kuruldu. Toplumsal alanda yok sayılan kadının adı da böylelikle bakanlıktan çıkarılmış oldu.

Erdoğan’ın da belirttiği gibi o günden bugüne kadını sadece anne olarak gören ve ailenin içine hapseden bir politika yürütüldü. Kadının bedenine hükmetmeye, kürtajı yasaklamaya, çocuk doğurma ya da doğurmama kararını kadın adına vermeye kalkıştılar. Bu düşünce sisteminde aile planlaması bir zırva olunca, kadının en temel hakları da o zırvanın bir parçasına dönüşüyordu.

Aileyi kutsayan anlayış hüküm sürdükçe, kadına yönelik şiddet, tecavüz ve cinayetlerin sayısında da paralel bir artış oldu. Kadınlar kılık kıyafetleri, dışarıda bulundukları saatler ya da tavırları nedeniyle yargılandılar, aşağılandılar. Suçlular için bu dünyada adalet pek yerini bulmadı, öte dünyaya havale edildi. Hatta suçlular mahkemelerde iyi hal indirimleri aldılar, ödüllendirildiler. Tecavüze uğrayan kadınlar, tecavüzcüsü ile evlendirildi. Her çocuğun rızkıyla doğduğunu düşünenler, tecavüz çocuklarını doğurmaya zorladı kadınları. İmam nikahı adı altında kız çocuklarını evlendirdiler, çocuk yaşta anne olmak düşmüştü onların rızkına.

Aile Şurası'nda “aileye sahip çıkmak memlekete sahip çıkmaktır” sesi yankılanırken, “çocuklar ölmesin” dediği için terör örgütü propagandası ile suçlanan Ayşe Öğretmen yeniden cezaevindeydi. Küçük bebeği olduğu için infazı daha önce ertelenmiş ve geçen ay bu süre dolmuştu. 1,5 yaşındaki Deran, sağlık sorunları nedeniyle annesiyle cezaevine girmedi, ayrıldılar. Bir televizyon programına bağlanıp çocuklar ölmesin demenin bedeli buydu. Milletimizi güçlü kılacak olan ailelerden biri değildi Ayşe Öğretmen’in ailesi. Ayşe Öğretmen de o kutsal annelerden biri değildi. Her çocuk rızkıyla doğardı ve Deran’ın kaderinde annesiz büyümek vardı.

Rabia Naz’ın başına ne geldiğini bilmek için direnen aile de o önemli ailelerden biri olmasa gerek. Babanın akıl sağlığı bozuk olduğu gerekçesiyle yatışına neden olan şikâyetin sahibinin Nurettin Canikli olduğu ortaya çıktı geçen hafta. Bakan, olayla uzaktan yakından ilgisi olmadığını, yardım etmek için tüm olanaklarını seferber ettiğini söyleyip duruyordu oysa. Bu kadar kolay mı bir çocuğun yaşamını, bir ailenin acısını görmezden gelmek, göz göre göre yalan söylemek?

Şule Çet’in davası sürüyor. Gencecik bir kadına tecavüz ettiler ve 20. kattan aşağı attılar. O saatte orada, erkeklerin yanında işi neydi sorgulamasına takıldı cansız bedeni. Çünkü kadının ölmesinden daha önemli olan şey kadının “sınırları” aşmış olmasıydı. Onun da bir ailenin parçası, bir evlat olduğunu hatırlamadı ailenin öneminden dem vuranlar.

Güçleri yetmiyor işte her şeyi ört pas etmeye. Ne Ayşe öğretmeni ne Rabia Naz’ın ve Şule Çet’in ailelerini, ne de onlar gibi haksızlığa uğrayan, ezilen, sömürülen milyonlarca insanı ikna edemiyorlar yalanlarına. Her geçen gün çoğalıyor, bu dünyada da adalet ve eşitliğin mümkün olabileceğine inananların sesi. Onlar gerici şuralarını toplayadursunlar, bizim çocuklar karanlığa boyun eğmeyeceğiz diye yürüyor meydanlarda aydınlık yüzleriyle.

Ayşe öğretmen çocuğundan ayrı kalmak pahasına vazgeçmiyor ve “çocuklar ölmesin demeyi sürdüreceğim” diyor. Herhangi bir çocuğu kendi çocuğu gibi sevebilenler olduğu sürece umut vardır. Ayşe Öğretmen'in mektubunda dediği gibi; başka çaresi yok, biz kazanacağız!