Adaletin cinsiyeti olur mu?

“Kızına sahip çıksaydın” demiş katil zanlısı, mahkeme sırasında Şule Çet’in babasına. Baba ise açıklama yapma gereği duyuyor bu sözlere karşı; kızına gönderdiği harçlıkları, aldığı yolculuk biletlerini anlatıyordu kameralara. “Faturaları da var” diyerek daha çok canımızı acıtıyordu. Çocuğuna sahip çıktığını anlatmaya çalışıyordu işte. Kızının katilinden bile gelse bu sözler, “acaba benim bir hatam, eksiğim var mıydı” diye soruyordu kendine çünkü evladını kaybetmiş bir babaydı. Adalet, küstah sanığı susturmuyor, kızı katledilmiş bir babanın aşağılanmasına göz yumuyordu.

Kızına sahip çıksaydın derken ne çok şey söyleniyordu aslında. Kızını dizinin dibinden ayırmasaydın, kızının çalışmasına izin vermeseydin, kızını okula göndermeseydin, kızını gece sokağa salmasaydın, kızının erkek arkadaşı olmasaydı, kızın alkol almasaydı, kızına daha çok para yollasaydın…

Şule Çet davasında yaşananlar zihnimizde dolanırken, bir AKP’li kadının ağzından dökülüverdi katil zanlısının söylemeye vakit bulamadıkları. Meclis Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun toplantısında konuşuyordu AKP’nin “hukukçu” Milletvekili Arzu Aydın. Toplantının konusu; “ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanunun uygulanmasında yaşanan sorunlar ve çözüm önerileri” idi. 

Şöyle diyordu Milletvekili: “Hukukçuyum ama bunun ötesinde bu ülkenin vatandaşıyım. Eyvallah, hukuken yönetmelik, tüzük, anayasa, uluslararası sözleşmeler, bunların biçimsel olarak elbette bir hukukçu olarak farkındayız ama hiçbir uluslararası sözleşme ya da kanun toplumsal değerlerin üzerine geçmez. Bir topluluğu millet yapan üzerindeki kıyafetlerdir, geleneğidir, göreneğidir, örfü, adetidir.”

Kendisi de hukukçu olan bir milletvekili, kadına karşı şiddetin konuşulduğu bir Meclis toplantısında kanunları yok sayıp örf, adet ve gelenekleri işaret edebiliyorsa, bir kadını katletmekle suçlanan kişi de mahkemede o kadının babasına “kızına sahip çıksaydın” diyebilir. O örf ve adetler değil mi kadını ikinci sınıf sayan, hor gören? İlk adet gördüğü gün suratına tokat atılan kız çocuklarının sessiz boyun eğişleri var o geleneklerin ardında. Örf ve adetlere sahip çıkmak adına karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmiyorlar kadınların. Milletvekili’nin çöpe attığı kanunlar uygulanmadığı için ölmeye devam ediyor kadınlar. 

Gericiliğin kol gezdiği bir ülkede kadına şiddet uygulayanların, tecavüz edenlerin ya da kadınları öldürenlerin kollanması ve hatta aklanması mümkündür. Kadın, geleneklere ve dini öğretilere uygun olmayan herhangi bir davranışı nedeniyle suçlu da ilan edilebilir. Buna rağmen sadece gerici toplumun kadına biçtiği role sıkıştıramayız meselenin özünü. Biliyoruz ki tüm kadınlar mağdur, tüm erkekler suçlu değil. Bunca kadın cinayetinin yaşandığı ve suçluların adil bir biçimde yargılanmadığı Türkiye’de, örf ve adetleri kanunların üstünde sayan da bir kadın milletvekili işte. Binlerce kadın-erkek işçiyi sömüren kadın patronlar ile emekçi kadınlar aynı gemide olabilir mi? 

"Erkek adaleti sona ersin" sesi yükseliyor zaman zaman bu tür davaların ardından. Bu talep, "adaletin cinsiyeti olur mu" sorusunu getiriyor beraberinde. Adalet kime hizmet ediyorsa onundur. Halk için işlemeyen adalet güçlü olandan, düzenin sahiplerinden yanadır. Kadın ya da erkek olmanın etkisi, hangi sınıftan olduğuna bağlı olarak değişir. İşte bu yüzden onların nezdinde sadece Şule değil, babası da en az onun kadar “suçlu”dur. 

Her istediğini yapabilme hakkı olduğunu düşünen sanık, her şeyden önce patrondur. Sadece Şule Çet’in değil, babasının ve emekçi sınıftan gelen herkesin patronu saymaktadır kendini. Bir kadına cinsel saldırıda bulunup ardından öldürmekle yargılandığı mahkemede, fütursuzca konuşabilme cesaretini de erkek oluşundan değil, patron oluşundan almaktadır. Şule’nin katili sadece bir erkek değil, o erkekte vücut bulmuş düzenin ta kendisidir.