Karanfil yumurtadan çıkar mı?

Tam da, yumurta, “yemesi haram, konuşulması ideolojik, atması da ağır cezalık” bir suç öğesi sayılıp yasaklanacakken birden karanfil çıktı ortaya. Bir üniversitede, hem de eğitim fakültesi öğrencilerinin Başbakan’ı karanfil atarak ve yoluna karanfil döşeyerek karşıladığı haberleri yayıldı.

Atma olayı varsa, yumurta da karanfil de atılabiliyor da, nedense biri protesto öbürü sevgi gösterisi olarak algılanıyor. Gerçekten de tavuk besleyenlerin yakın komşularına vermeleri dışında, bir sepet yumurtayı kimseye sevgi gösterisi olarak götürmüyoruz. Karanfil öyle mi ya! Sevgimizi göstermek ya da pekiştirmek için olduğu kadar, sevgilimizle aramıza giren kara-kediyi def etmek için de bir demet karanfil, işi bitiriyor.

Bizim öğretmen adaylarımızın, birkaç yıl sonra bu ülkenin gençlerini yetiştirmeye başlayacak olanların, neden karanfil eyleminde bulunduklarını anlamak/bilmek zor. Kim bilir belki de, “Yumurta atmak suç, bari karanfil atalım” demişlerdir. Karanfilledikleri kişiye ya da anlayışa sevgilerini göstermenin ya da pekiştirmenin zamanıdır diye düşünmüşlerdir. Belki de gençlerle AKP arasına giren kara-kediyi def etmek için kullanmışlardır. Kim bilir?

Bu durumu anlamak ve bilmek zor da, benim bildiğim, sizlerin de bildiği, yumurta ya da karanfil atsın atmasın gençlerin de bildiği bir şeyler var. Örneğin başları açık kişilerle evlenip eşlerini sonra türbana sokan siyasetçilerin ülkeyi yönettiğini herkes biliyor. Tüm bilinenleri değil de, karanfil olayının kokusuna varmak için, öğretmen adaylarını birebir ilgilendiren bazı konuları bir kez daha sıralamakta yarar var. Şöyle rastgele örnekleyelim.

Mesleki ve teknik liselere öğretmen yetiştiren 70 yıllık deneyime son verilip mesleki teknik eğitim fakülteleri kapatıldı.

Meslek liseleri özel sektöre devredilecek.

Tarihi geçmişi olan bazı okulların satılması düşünülüyor.

Din kültürü ve ahlak bilgisi dersi Sünni-Hanefi inancı doğrultusunda işleniyor ve bu inançta olmayanlara da zorunlu olarak okutuluyor.

Bakanlık öğretmenlere gönderdiği bir yazıyla, “Öğretmenlik yaptığınız yöredeki seyitlik, şeyhlik ve ağalık olaylarını anlamaya çalışın”, karşı çıkmayın, kabullenin diyor.

Türban kullanımının ilköğretime kadar inmesine yeşil ışık yakılıyor.

Kızlarla erkek öğrencilerin ayrı okullarda okutulması ve okulöncesi kurumlarda da din öğretiminin başlatılması isteniyor.

Başbakan’ın açıkladığına göre, 2547 sayılı yükseköğretim yasası, (çoğunluğunu hükümet ve Cumhurbaşkanı’nın atadığı) YÖK üyeleri ile (hemen tümünü bu YÖK’ün belirlediği üç kişi arasından Cumhurbaşkanı’nın atadığı ve üniversitesindeki oyların yüzde 20 kadarını bile almamış) rektörlerle birlikte değiştirilecek.

İstanbul’un nazım imar planına göre “yeşil alan” olan bir bölgede ve tahsis edilmesinin yasal olmadığı bir alanda, Türk-Alman Üniversitesi’nin temelleri atılıyor. Yöneticilerimiz, Almanca-İngilizce öğretim yapılacak bu okulun amacının Avrupa’da çalışacak mezun vermek olduğunu beyan ediyor.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre 130 küsur bin öğretmene gereksinim olduğu halde eğitim fakültesinden mezun olmuş öğretmenlerimizin 300 bin kadarı işsiz.

Çalışan öğretmenlerin yaklaşık beşte bir kadarı, iş güvencesi olmayan bir durumda ya sözleşmeli ya da ücretli olarak çalışıyor.

300 binden çok genç öğretmen olarak iş bulamazken, YÖK, eğitim fakültesi dışındaki fakültelerde okuyan öğrencilere (1997 yılında son verilmiş olan) öğretmenlik sertifikası programlarının açılmasını kabul ediyor (Danıştay bu uygulamayı 20 Ekim 2010 tarih ve 2010/2741 sayılı kararıyla durdurmuş bulunuyor).

Öğrenciden alınan katkı payı her gün artıyor. Daha fazla katkı yapanların çocukları için ayrı sınıfların oluşturulmasına çalışılıyor.

Zorunlu ilköğretim çağındaki on binlerce çocuk okula gidemiyor. Birleştirilmiş sınıflarda okuyanlarla yaşadığı yörede okul olmadığı için her gün saatlerce okula taşınan ilköğretim öğrencilerinin sayısı bile tam olarak bilinmiyor.

Okullarda kötü alışkanlıklar edinenlerin yaşı küçülüyor sayıları artıyor.

“Parasız eğitim istiyoruz” pankartı açanlara yıllarca hapis cezaları veriliyor.

Nedense yıllardır kimi liselere sınavla öğrenci alınıyor. Bu sınav tek bir sınavdan, “Dershaneye gidişi azaltacağız” diyerek üçe çıkartılıp adına Seviye Belirleme Sınavı (SBE) deniyor. Dershaneye gidiş, dördüncü sınıfa kadar inerek katlanıyor.

SBS’ de İngilizce soru soruluyor. Bakanlığın öğretmen atamaması nedeniyle bırakın İngilizce öğrenmeyi, hayatında İngilizce öğretmeni görmemiş (genellikle köylü/yoksul) çocukların önü kesiliyor.

Üniversiteye geçişte belirleyici olan ve bir oturumda yapılan sınav sayısı iki ayrı haftada ve altı ayrı oturumda yapılan sınavlara dönüştürülüyor. Bu sınav uygulanır uygulanmaz değiştirileceği açıklanıyor.

Her gün muhalif öğrenciler dayak yerken, koca içişleri bakanı “Bunlar şov olsun diye kendilerini yerlere atıyor” diyor!

Bunları, yalnız eğitim alanında olup bitenleri yazarken bile, afakanlar basıyor insanın aklı karışıyor.

Sahi, ana konu neydi? Geleceğimizin güvencesi olan çocuklarımızı yetiştirecek öğretmen adaylarımızın neden karanfil attıkları mı?

[email protected]