Yoksulların derdi patronları niye gerdi?

Patronların hüküm sürdüğü bu düzende ekonomik büyümeye dair değişmeyen bir kural var. Bu düzende servet oransal olarak her zaman ulusal gelirden daha fazla büyüyor. Sermayenin yıllık getirisi ekonominin büyüme oranını hep geride bırakıyor.

Bunu sermaye düşmanı solcular söylemiyor, bu rakamları veren muhafazakâr sayılabilecek iktisatçılar. Bu düzenin doğasına ait olan eğilim artık öylesine çıplak, öylesine ortada ki, saklamak mümkün değil.

Bir ülke çalışıyor, üretiyor, ama her defasında bu üretimden en büyük payı, çalışanlar, üretenler, daha doğru bir ifadeyle emekçiler değil, patronlar alıyor. Üstelik gittikçe artan oranlarda... Ülke iki büyüyorsa, patronların serveti üç büyüyor.

Üretici güçlerin tarihsel olarak gelişme eğilimi insanları yanıltabiliyor. İnsanların maddi olanakları doğal olarak iyileşiyor. Yüzyıl öncesiyle kıyaslandığında insanlar elbette göreceli olarak daha iyi koşullarda yaşıyorlar. Ama esas soru da bununla ilişkili zaten; patronların olanakları ve koşulları emekçilere göre çok daha iyiye gidiyor. Emekçiler yıllar öncesine göre iki kat daha iyi yaşarken, patronlar hiç abartısız yüz kat daha fazla olanağa sahipler.

Bunu bu düzen içinde kimse değiştiremez. Bu düzen eşitsizlik üretmek ve bu eşitsizliği derinleştirmek zorunda. Servetler, ulusal gelirden daha fazla büyümeye devam edecek. Yoksulluk ve sömürü artacak. İşçilerin yaşam ve çalışma koşulları iyileşmeyecek.

Patronlar bu durumdan elbette memnunlar ve memnun oldukları için de sürdürebilir miyiz diye soruyorlar. Bu düzen sürdürülebilir mi? Bizim kurduğumuz bu saadet zinciri daha ne kadar devam edebilir? Daha ne kadar emekçilerin sırtından, onların gittikçe yoksullaşması pahasına, servetimizi artırmaya devam edebiliriz?

Bu soru hiçbir zaman salt iktisadi düzlemde yanıtlanamaz.

Son otuz yıla damgasını vuran ve emekçilere karşı son derece saldırgan bir tutum izleyen iktisadi yapıya fikirler dünyasında bir model eşlik etti. Küreselleşme, özgürlük ve demokrasi gibi pek çok farklı kavramı kullanarak tutarlı ve bütünsel bir şekilde sağcılık yapan bu düşünsel yapı, insanlarda bir heyecan uyandırmayı da başardı.

Patronlar açısından rahatsızlık uyandıran konu işte bu heyecanın azalmaya hatta yok olmaya başlamasıdır.

Yoksa kimse emekçilerin halinden rahatsız değil. Onlar, emekçilerin kendi hallerinden rahatsız olmaya başlama ihtimalinden rahatsızlık duyuyorlar. Eşitsizlikten değil, eşitsizliğin işçileri harekete geçirmesinden endişeleniyorlar. Çünkü bir düşünsel perde kalkıyor ve yerine yenisini koymakta güçlük çekiliyor.

Egemenliklerini sürdürmek için emekçilerin biraz daha fazla kazanmalarına izin verecek olsalar dahi bu model yalnızca ekonomik dünyada inşa edilemez. İktisadi olana, düşünsel olanın eşlik etmesi zorunludur.

Bugün emekçiler açısından çarpıcı olan, patronların her iki tarafta birden sıkışmasıdır. Bu sıkışma siyasi ve askeri önlemlerin dozunu artırabilir. Siyasi araçlar çeşitlendirilebilir, baskı ve şiddet yoğunlaşabilir. Kendileri açısından ortaya çıkan tüm bu zorluklara karşın patronlar bu düzeni sürdürmenin bir yolunu bulabilir.

O yüzden, patronları bu zor günlerinde yalnız bırakmamak, günlerini daha da zorlaştırmak için mücadeleyi yoğunlaştırmak gerekiyor.

Bu yazı Boyun Eğme dergisinin 8. sayısında yayınlanmıştır.