Türkiye, Suriye'de kalıcı olma çabasında

Önce ABD, ardından Rusya ile varılan mutabakatın sonrasında Milli Savunma Bakanlığı'nın başka bir askeri harekata gerek kalmadığı açıklaması Türkiye'nin Suriye'deki sınır ötesi faaliyetlerinin duracağını değil, tam tersine kalıcılaştığını gösteren gelişmelerden yalnızca bir tanesi. Ne istedilerse aldıkları için mi? Hayır... Alamadılar, almaları da mümkün değildi zaten.

Ama harekatın etrafında yaşanan tüm süreç Türkiye'nin sınır ötesi macerasının iki boyutunu açığa çıkardı. Birincisi; Türkiye bölgede attığı adımlara yenilerini eklemek zorunda. İkincisi; Türkiye'nin bunu yapabilecek gücü var.

Bu iki olgu birbiriyle doğrudan bağlantılı üstelik. Türkiye'de düzen veya daha teknik bir ifadeyle Türkiye kapitalizmi belli bir gelişkinliğe ulaştığı için artık içeride yaşadığı sorunlara dışarıda da çözüm arıyor. Gelişkinlik bir yandan patronlara bir güç sağlarken, öte yandan sorunlar büyüdüğü için Türkiye'de düzeni dışarı doğru ittiriyor ve düzenin dışarıdaki arayışları yine Suriye örneğinde görüldüğü gibi daha büyük sorunları doğuruyor.

Operasyonun sebebi olarak gösterilen Suriye Kürtlerinin adımlarından kaynaklı güvenlik sorunları işin yalnızca bir boyutu. Evet Türkiye'nin güvenlik kaygıları var. Ama bir beka sorunundan söz edilecekse asıl mesele Türkiye'deki düzenin bekası... Güvenlik kaygısı ise aslında Türkiye kapitalizminin geleceğine dair duyulan endişe.

Türkiye'de düzen tarihsel bir kriz yaşıyor ve sınır ötesi faaliyetler bu krizi yönetme çabasının bir sonucu. Ama kriz ile örneğin son operasyon arasındaki bağlantı hep iddia edildiği gibi mevcut iktidarın gündemi değiştirme çabasıyla birlikte değerlendirilmemeli. Ekonomik kriz kaynaklı gündemin operasyon sebebiyle değişmesi harekatın sonuçlarından yalnızca bir tanesi ve üstelik geçici.

Krizle ilgili asıl neden ise Suriye'de veya sınırın ötesindeki başka yerlerde AKP, patronlar ve diğer düzen aktörlerinin krizden çıkış için bir umut görmeleri. Evet, Türkiye sermayesi yaşadığı birikim problemlerini çözmek için içeride nitelikli emeği çok ucuza satın almayı hedefliyor ve bunun için pek çok düzenleme yapıyor. Gelinen noktada bu bir temel şart ama bu gelişkinlikteki bir sınıf için yeterli değil. Kâr oranlarını yükseltmek, yeni yatırım ve pazar alanları açmak, enerji saha ve taşıma sahalarında söz sahibi olmak... Emperyalist dünyada varolmaya çalışan Türkiye gibi bir ülke için bunlar da şart artık.

Krizle bağlantılı problemler, yalnızca AKP'nin değil bir bütün olarak Türkiye'deki düzenin sorunları... Zaten bu nedenle Türkiye'de düzen siyasetinin büyük çoğunluğunun operasyonun arkasına dizilmesi AKP'nin başarısı olarak görülmemeli. Bu operasyon vesilesiyle Türkiye'nin sınır ötesi faaliyetlerine bir meşruiyet kazandırılmasını genel olarak düzenin bir başarısı olarak değerlendirmek en doğrusu.

Bu bir parti operasyonu değil devlet operasyonu derken işte bu nedenle haksız değillerdi. Bu operasyona içeride AKP tek başına karar vermedi; bu savaş yalnızca AKP'nin değil Türkiye kapitalizminin bir savaşıydı. 

CHP kötü bir muhalefet partisi olduğu için AKP'nin arkasına takılmadı. Tam tersine, CHP iyi bir muhalefet partisi olduğu ve bu düzen için en iyisini düşündüğü ve yaptığı için Erdoğan'ın peşinden gitti. Bu operasyon yıllar öncesinde Kuzey Irak'ta başlayan siyasi ve askeri sürecin devamı, uzun yıllara yayılan silsilenin bir parçasıydı.

Türkiye'nin şu anda Barzani denetiminde olan bölgeye dönük girişimleri ve ardından oraya siyasi ve ekonomik olarak yerleşmesiyle, Suriye'deki faaliyetleri arasında mutlak bir paralellik var; çünkü ihtiyaçlar aynı... Şimdi Kürt hareketinin yeniden Barzani'ye doğru ittirilecek olması da bu sürecin doğal bir sonucu.

Türkiye'de düzenin bölgedeki dengelere müdahale edecek gücü biriktirmesi ile bu zorlamalara uygun bir dünya konjonktürünün varlığı da birbirini besleyen iki olgu. ABD ve Rusya ile yapılan pazarlıklar ve iki masa arasında yaşanan gitgeller yalnızca dünya sistemindeki boşlukların kanıtı değil. Aynı gelişmeler bir aktör olarak Türkiye'nin her istediğini alamasa da masadaki varlığının kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Herkes işin coğrafi tarafını görüyor olabilir, ama Türkiye'nin bölgesel varlığı yalnızca coğrafi değil, iktisadi, askeri ve siyasi bir olgu.

İktisadi çünkü Türkiye bölgenin en gelişmiş sermaye sınıfının varolduğu ülke. Askeri çünkü Türkiye bu tarz operasyonları yapacak ve sürdürebilecek kapasitesi olduğunu her fırsatta gösterdi. Siyasi çünkü Türkiye bu operasyonları destekleyecek manevra alanına ve dahası sınır ötesinde kurumsal ve bürokratik yapılar kurabilecek yeteneğe sahip.

Bu alanların hepsinde büyük sorunlar var elbette. Nasıl olmasın... Bunların hepsini daha iyi yapsa Türkiye dünya hiyerarşisinde başka bir yerde olurdu zaten.

Türkiye sayısız sorun ve başarısızlıkla malul bir ülke. Peki ama bu düzenin en tepesinde olduğu iddia edilen ABD'ye ne diyeceğiz? Uzaklara gitmeye gerek yok, Suriye'de iki gün önce terk ettiği kendi üssünü çekilişinin üzerinden saatler geçmeden bombalamaya başlayan, devletin en tepesindeki isimlerin twitter üzerinden ne kadar kirli çamaşır varsa ortaya dökerek birbiriyle polemik yaptığı bir ülkeden bahsediyoruz. Tepesinin hali, sistemin bir bütün olarak durumunun somut kanıtı olarak değerlendirilebilir. Dengesiz, çıkışsız, sorunlu ve aslında umutsuz... Türkiye kapitalizmi de bu sistemin aynı şekilde dengesiz, çıkışsız, sorunlu ve aslında umutsuz bir parçası.

Türkiye'de düzen sorunlarını çözmek için dışarıya doğru faaliyet alanını genişlettikçe problemler küçülmüyor, tam tersine büyüyor. Şimdilik düzen adına bu operasyonları yöneten AKP için de durum farklı değil. Bu operasyonlar AKP için zaman zaman siyasi bir rahatlama yaratsa da sorunun büyümesini engellemiyor. Türkiye'de düzenin krizi derinleşirken, bu krizi sınır ötesine yayıp genişleterek yönetmeye çalışan AKP'nin işleri de uzun vadede kolaylaşmıyor.