Türkiye iki cephede savaşa hazırlanıyor

98 kilometre... Herkes Türkiye-Suriye sınırındaki 98 kilometreyi konuşuyor şimdi. IŞİD'in kontrolünde kalan bölgenin dünyaya açılan kapısı işte o 98 kilometre çünkü. Cihatçı çete petrolü de başka malları da oradan çıkarıyor, katilleri, silahları ve diğer ihtiyaçlarını da o bölgeden içeriye sokuyor. Tüm bu ticarete, alışverişe Türkiye'nin göz yumduğunu da dünya alem biliyor.

Buna yalnızca göz yumma denirse tabii. Bizzat Erdoğan'ın akrabalarının yurtdışında kurdukları şirketlerin bu ticarete aracılık yaptıkları, bu işten olağanüstü paralar kazandıkları da bir istihbarat konusu değil artık, herkesin malumu...

Ne güzel iş aslında. İdeolojik olarak kendilerini yakın buldukları bir katiller sürüsüyle iş de yapıyorlar; hem destek oluyor, hem para kazanıyorlar.

Böylesi bir saadet zinciri herkese nasip olmaz ama dünyada dengeler değişebiliyor. Hele söz konusu olan Ortadoğuysa süreç bazen hızlanıyor.

Yine söz konusu olan Ortadoğuysa ve patronlardan ve yerlisi, yabancısıyla onların yarattığı bir çeteden, onların denetiminde olan bir süreçten bahsediyorsak, ikiyüzlülük, ahlaksızlık, fırsatçılık, olayların akışına damgasını vurmazsa olmuyor.

AKP'nin yönetimindeki Türkiye mesela... IŞİD'e varıyla yoğuyla destek olan, o 98 kilometreyi kapatmayan Türkiye, son günlerde IŞİD'i havadan durmadan vuruyor. Günde onun üzerinde sorti yapılıyor. AKP, belli ki bu saldırıların içeride fazla duyulmasını istemiyor ama bu saldırılar ve sonuçları düzenli olarak raporlanıyor. Türkiye bununla da yetinmiyor, IŞİD'in bölgeden tamamen tasfiye edilmesi olasılığına karşı, yedekteki başka şeriatçı çeteleri de hazır tutuyor.

Çünkü başka bir rakip var... Her ata oynayan, IŞİD'i desteklerken bombalayan, farklı çeteleri el altında tutan Türkiye, Kürtleri bölgeye yerleştirmemek için uğraşıyor. Türkiye'den başka belki hemen herkes, o bölgenin Kürtler tarafından kontrol edilebileceğini, Kürtlerin IŞİD'e karşı karasal güç olarak tek somut alternatif olduğunu düşünüyor.

Türkiye ise kolay ikna olmayacağını her fırsatta gösteriyor. Yalnızca dışarıda değil içeride de... Tekrar başlaması muhtemel müzakere sürecinin yalnızca Türkiye ayağı yok artık. Kürt sorunu hep uluslararası ayakları olan bir meseleydi, ama önce Irak, ardından Suriye'de yaşananlar, Kürt nüfusunun büyük bölümü Türkiye sınırları içinde yaşasa ve doğal olarak ağırlık hep Türkiye'de kalacaksa da problemin uluslararası boyutunu gittikçe karmaşıklaştırdı.

Savaş da, müzakere de çok cepheli, çok boyutlu bundan sonra.

Aynı nedenle, Türkiye'ye ait savaş uçakları o 98 kilometre boyunca IŞİD'i bombalamıyor yalnızca. AKP'nin yönettiği Türk ordusu, Kürt illerine, Suriye içine ve Irak'taki kamplara aynı anda vuruyor. Türkiye iki cephede birden savaşa hazırlanıyor. IŞİD meselesiyle Kürt sorunu her geçen gün daha fazla birbirinin içine geçerken, müzakere de boyut ve derinlik kazanıyor.

Yalnızca Türkiye değil, Kürt hareketi de, herkese mesaj vermeye çalışıyor. ABD'nin doğrudan muhatap olduğunu bölgede bilmeyen mi var? Ama KCK Eşbaşkanı Bayık'ın bombardıman ve saldırılar sürerken ABD ile doğrudan muhatap olmak istediklerini söylemesinin başka bir anlamı var. KCK'nin deyimiyle, final niteliğinde bir kışa doğru gidilirken herkes açık oynuyor; Kürtler, Türkiye'nin ABD tarafından kolayca gözden çıkarılabilecek bir müttefik olmadığını, Türkiye'nin ikna edilmesi gerektiğini biliyor. Kimin ikna edeceğini de...

Yalnızca Türkiye'de değil tüm bölgede ulusal sorun ve gericilik ile ilgili problemler birbirinden ayrılamaz artık. Fiziki veya siyasi ya da ideolojik olarak bu cepheleri ayrıştırmak bundan sonra mümkün değil. Türkiye'nin IŞİD'i bombalarken sınırı açık tutmasıyla, Suriye'de IŞİD'le çarpışan bir gücün Türkiye'de AKP ile masaya oturması aslında aynı yaklaşımın ürünü. Tıpkı, ABD'nin bölgede herkesi desteklerken, herkesle kavga etmeyi bilmesi gibi...

Böylesi bir tabloda ezilen halklar ve emekçiler adına ilerleme sağlanamaz, bu toz duman içinde çözüm de çıkmaz barış da... Tecrübeyle sabit artık bu tablonun içinde yol almaya çalışmak yalnızca daha fazla kan, daha fazla acı vaat ediyor.

Dökülen kan, çekilen acılar yetmedi mi?

Meseleler dolayımsız bir şekilde üst üste gelmişken, bunları birbirinden ayırmak artık somut olarak imkansızken, bütünsel bir karşı çıkışın çözüm için de barış için de tek yol olduğu açık değil mi?

Gericiliği, ABD'yi, diğer dış güçleri, yerli ve yabancı patronları hedef alan bütünsel bir karşı çıkışın zamanı gelmedi mi?