Türkiye artık bir ortaçağ ülkesi mi?

AKP’nin yıllardır Türkiye’yi bir ortaçağ ülkesine çevirmeye çalıştığı çokça söyleniyor. Aydınlanma ve modernleşmeden ülkenin payına ne düşmüşse hepsini tasfiye etmeye çalışan Erdoğan ve ekibi yalnız da değiller üstelik. Benzer bir eğilim tüm dünyada var.

Dünyanın egemenleri, büyük tekeller ve patronlar uzun süredir insanlığın ilerici birikimine saldırıyorlar. Saldırabiliyorlar çünkü geçtiğimiz yüzyıl boyunca bu birikime sahip çıkan emekçiler bugün eski güçlerinden henüz uzaklar. Sosyalizm bir sistem olarak yok artık ve sosyalizmden geriye kalan dünyada emekçiler siyasette birtakım tekil örnekler dışında genel olarak ağırlığını hissettiremiyor.

Bu saldırı dünyada ve Türkiye’de bir dinselleştirme operasyonuna indirgenemez. Aydınlanma dinin siyaset ve toplumsal yaşantıdaki yerine dair büyük bir hamle olsa da, yalnızca bununla tanımlanamaz. İnsan kendi kaderini eline almaya, kendi kaderini kendisi çizmeye çalışırken siyaset yapma biçimleri de doğal olarak değişmiştir.

Modern sınıfların, emekçilerin ve patronların ortaya çıkışıyla birlikte siyaset saraydan çıkar ve daha büyük kitlelerin katılımına açık hale gelir. Bu gelişme saray darbelerinin, komploların sonunun geldiği şeklinde okunamaz ama ağırlığın saraydan dışarıya, farklı temsil mekanizmalarına, yeri geldiğinde sokağa ve fabrikaya kayabileceğini gösterir.

Modernleşme siyasetin nasıl yapılacağını da bir mücadele konusu haline getirmiştir. Dolayısıyla modern siyaset ve aynı anlama gelmek üzere sınıf siyaseti için yalnızca mekân değil biçim de hayatidir.

Patronlara, bu düzenin efendilerine onların diliyle, onların siyaset yapma usul ve biçimleriyle yanıt vermek yapılabilecek en büyük hatadır. Emekçiler, patronlarla her düzlemde çarpışmaktan kaçınmazlar. Ama bunun tek şartı kuralları kendilerinin koymalarıdır.

Bugün siyaset halktan kaçırılıyor, sarayın salonları veya hiçbir işlevi kalmamış parlamentonun koridorlarına hapsedilmeye çalışılıyorsa, emekçiler halkın en geniş kesimlerinin örgütlü bir biçimde siyasete katılması için uğraşmalıdır.

Bugün patronlar her fırsatta yalan söylüyor, kitleleri yanlış bir şekilde yönlendirmeye uğraşıyorsa, emekçiler bu yalanlara başka yalanlarla karşılık vermemeli, her koşulda gerçeğin peşinde koşmalıdır.

Bugün düzenin efendileri insanları etnik kimlikleri, dinsel inanışları ve cinsel yönelimlerine göre ayrıştırıp bölmeyi hedefliyorsa, emekçiler herkesi sınıfsal aidiyetlere göre birleştirmeye çalışmalıdır.

Bugün hiçbir ilke gözetmeksizin herkes herkesin dostu veya düşmanı olabiliyorsa, emekçiler dostlarını ve düşmanlarını hangi ilkeye göre seçtiğini hiç durmadan anlatmalıdır.

Ne dünya ortaçağa geri dönebilir, ne de Türkiye... Ortaçağdan kökten farklı bir ekonomik düzeni yalnızca ortaçağı andıran yöntemlerle sürdüremezsiniz. İstenen ve amaçlanan da bu değil zaten.

Ortaçağdan esinlenmiş birtakım alışkanlıkların ve yöntemlerin bugün tekrar tercih edilmesinin nedeni bu düzenin efendilerinin o koşullarda, ortaçağın maskesinin arkasında daha kolay iktidarda kalabileceklerine inanıyor olmaları. Bu yöntemler bu nedenle günümüzde siyasetin ayrılmaz bir parçası yapılmaya çalışılıyor. Siyaset karanlık bir ortamda kirletiliyor ve çürütülüyor.

Bu koşullarda sınıf siyasetinin biçim ve ilkeleri her zamankinden daha önemli hale geliyor. Emekçilerin siyaset yapma haklarını korumaları için, kirli, karanlık ve çürütücü siyasetin kendisine karşı da mücadele etmeleri gerekiyor.


Bu yazı haftalık siyasi dergi Boyun Eğme’nin 10.sayısında yayınlanmıştır