Türkiye ABD ile ilişkilerini koparabilir, AB'ye sırtını dönebilir

Erdoğan'ın ABD veya AB fark etmez, genel olarak Batı'yla her restleşmesinde Türkiye'de benzer tipte tepkiler yükseliyor. Erdoğan'ın istediği her şeyi yapmaya muktedir olduğunu sanan, ona adeta bir ahir zaman peygamberi muamelesi yapan AKP'liler reislerini her koşulda destekliyorlar zaten. Ancak AKP muhalifi olarak adlandırılabilecek geniş bir kesimin tavrı aslında gayet ilginç...

Bu insanlarda önce hemen bir korku uyanıyor. Erdoğan'ın bunu yapabilecek, Batı'yla tüm ilişkileri kesebilecek kadar gözü karartmış olmasından endişe ediliyor. Ama sonra bu kesimin özellikle okumuş yazmış temsilcilerinden gönülleri rahatlatan bir mesaj geliyor: Erdoğan bunu yapamaz... Yapamaz çünkü Türkiye için bu imkansız.

İmkansız mı gerçekten? Türkiye iddia edildiği gibi Batı'ya kırılması olanaksız zincirlerle mi bağlı?

O zincirlerin kırılamaz bir tarafı yok oysa ve Türkiye'nin ABD'den, AB'den ve tüm Batı'dan kopması hiç de imkansız değil.

Erdoğan'ın bunu ne kadar yapmak istediği ayrı bir tartışma konusu ancak Erdoğan ve AKP Batı'dan kopamaz, bu doğru. Lakin Erdoğan'ın Türkiye'yle Batı'nın ilişkilerini kesemeyecek olmasının asıl nedeni Erdoğan'la değil, Türkiye kapitalizminin dinamikleriyle bağlantılı.

Türkiye'de düzen, başta iktisadi yapısı olmak üzere, askeri, siyasi ve ideolojik açıdan Batı'yla koparılamaz bağlara sahip. Bu bağları gerçekten koparmak iddiasındaki herkes, bu düzenin gerçek efendilerine meydan okumayı göze almak zorunda. Bunun da düzendeki radikal bir değişikliği zorlamadan yapılma şansı yok.

Türkiye'yi Batı'dan koparmak mı istiyorsunuz? Mülkiyet ilişkilerini değiştirmek ve piyasayı yok etmek, NATO'yla Türkiye'yi bağlayan tüm askeri anlaşmaları çöpe atmak, ülkeyi boyunduruk altına alan bütün siyasi angajmanlara son vermek ve siyasi sistemi baştan aşağı yeniden düzenlemek, ideolojik açıdan ise bu eylemlerinizi destekleyecek bir düşünsel havanın memleket sathına egemen olmasını sağlamak zorundasınız. Türkiye'de tüm bunları yaşama geçirebilecek siyasi hareketin sınıfsal olarak işçilere yaslanması gerekir. Başka türlüsü mümkün değildir...

Düzenle hesaplaşmadan bu tür denemelere girişenlerin kaderine ise yine düzenin kendisi karar verir. Erdoğan bildiğimiz sınıfsal yaklaşımıyla, Batı'yla karşılıklı götürdüğü gerilimli bir siyasi dili bir kenara bırakıp dilerse bunu gerçekten dener ve Erdoğan'ın hep sırtını yasladığı patronların nasıl tavır alacağını ve bu eylemin sonuçlarını hep beraber görürüz.

Ancak Erdoğan'ın Türkiye'yi Batı'dan kopartamayacağı gerçeğinin yanına bu sınıfsal gerçekleri yazmayan, bunları hatırlatmayan herkes, Türkiye'de düzenin değişmeyeceğine dair o bildik saçmalığı kabullenmiş oluyor.

Türkiye Batı'dan kopabilir. Türkiye ABD'ye rest çekebilir. Türkiye AB'ye mahkum değil.

Bunları Erdoğan ve benzerlerinin yapamayacak oluşu, Türkiye'nin değil Erdoğan ve benzerlerinin sorunu. Üstelik, Türkiye tarihindeki faşist darbelerin ABD ve Batı'yla bağlantısını unutup AKP'nin dünya görüşüyle çelişen insani değerleri Batı'yla özdeşleştirmek, laikliği, özgürlüğü, temel insan haklarını Batı'dan beklemek, bu koparılamaz olduğu düşünülen zincirleri Türkiye'de tüm bunların nihai garantisi diye görmek de büyük bir sorun. Tıpkı Batı karşıtı söylemi tamamen Erdoğan'a bırakıp, Batı başkentlerinde Erdoğan'a karşı muhalefet örgütlemek gibi...

Erdoğan ve AKP'ye karşı çıkarken, Türkiye'nin Batı'ya mahkum makus talihini topluma dayatmak, bu memleketin geleceğinden sosyalizm alternatifini silme çabasını gösteriyor.

Oysa Türkiye solu için bağımsız bir Türkiye hedefi hâlâ güncel ve somut bir hedef.