Toplumsal olanın bitişi

Sosyalizmin çözülüşünden sonra tüm dünyada bireysel olanın yükselişi ve yüceltilişine hep birlikte tanık olduk. Elbette bu süreç sosyalizmin çözülüşüyle birlikte başlamadı. Tam tersine, sosyalizmin yenilgiye uğramasında, kapitalizmin birey tanımının, sosyalizmin birey tanımına galip gelmesinin muazzam rolü vardı. Zaten çözülüşten sonra yükselişe geçen ve yüceltilen de o tanımdı. Sahneden sol çekilmişti. Şimdi elini kolunu sallaya sallaya ortalıkta gezinen sağın bireyiydi.

Bu durum, siyaset yapma biçimlerini de kökten etkiledi. Toplumsal olanla ilişkide olan solun bireyinin yerini kendisini her şeyden soyutlayan, parçalara ayrılmış, dünyayı ve çevresini umursamayan ve aslında tüm bunları bir araya getirdiğinizde kendini dahi ciddiye almayan, varolmaya çalışırken, varoluşa küfreden sağın bireyi alınca, aslında daha doğru bir ifadeyle, sağın bireyi rakipsiz kalınca, siyaset de genel olarak bu anlayışın üzerinde şekillendi. Bu, siyasetten kitlelerin çekilişi anlamına da geliyordu.

Latin Amerika gibi, siyasetin kitlelerle ve sokakta yapıldığı bir bölgede dahi, kitlelerin siyasete geri dönmesi ile solun yükselişi eş zamanlıdır. Eski kıta Avrupa'da kitlelerin tarihteki dalgalanmalarla kıyaslandığında ciddiye alınabilir tek hareketi, ideolojik ve siyasi karmaşıklığını bir kenara bırakalım, savaş karşıtı kıpırdanmadır. Onun ömrü de çok kısa olmuş, kitleler bir kez daha 90 ve 2000'lerdeki yerlerine dönmüştür.

Kitleleri sokağa çıkaracak temel gücün sol olduğu bir doğrudur, ancak kitlelerin bu çekilişinin solun önünü tıkadığı da başka bir doğrudur. Sol yaklaşık yirmi yıldır bu cenderenin içinde sıkışmış bir halde siyaset sahnesinde kendine yol açmaya çalışıyor. Latin Amerika, kıtanın siyaset geleneklerinden ötürü, o topraklardaki güçlü kitlesellik alışkanlığı nedeniyle, bunun aşılmasının nispeten kolay olduğu bir coğrafyaydı.

Türkiye bu açıdan ilginç bir ülke.

Bu ilginçliğin iki boyutu var. İlk boyut Türkiye'de siyasetin kitlelere dayanma alışkanlığının, dünyada diğer yerlerle kıyasladığımızda, benzer dinamiklere sahip birkaç bölgeyi hariç tutarsak, neredeyse olmadığı bir memleket.

Ama bir de ikinci boyut var ki en az birincisi kadar önemli. Türkiye'de büyük dönüşümler ve siyasi alt üst oluşlar büyük kitlelere dayanarak gerçekleşmiyor. Bu, liberallerin ve bazı kafası karışık solcuların iddia ettiği gibi, Türkiye'nin tarihsel bir arızasına değil, yapısal bir özelliğine işaret ediyor.

Şimdi, Türkiye için, yalnızca ilk boyutu dikkate alan bir değerlendirme, solun işinin çok zor olduğunu söylerken, ikinci boyutu hesaba katan daha derinlikli bir inceleme, işlerin göründüğü gibi olmayabileceğini gösteriyor.

Peki ama, tüm dünyada kitlelerin geri çekildiği bir dönemden, Türkiye gibi büyük kitlelerin, siyasette zaten rol sahibi olmadığı bir ülke nasıl etkilendi?

Ne yazık ki, Türkiye de, dünyanın kalanında yaşanan süreçten, aynı şekilde etkilendi. Zaten dar olan bir alan iyice boşaltıldı. Türkiye'de siyaset kitlelerden neredeyse tamamen koptu. Türkiye sağı da bunun istisnası değildir. AKP, görünenin aksine, örgütlü gücünü dışarıda bıraktığımızda, büyük kitleleri düzenli bir şekilde harekete geçirebilen bir parti olamamıştır. Oy tabanı ile kitleleri harekete geçirme gücü birbirine karıştırılmamalıdır. Dahası, AKP'nin farkı kitlesinde değil örgütündedir. Üstelik iyi ki de böyledir geniş kitleleri istediği gibi harekete geçiren bir AKP'yle Türkiye'nin dinci koyu bir faşizme gidişini kimse durduramazdı.

Üstelik bu sürecin ilginç bir özelliği olduğu da ortaya çıktı. Kitlelerin siyasetten çekilişi, tek başına kitlelerin siyasete dönüşüyle onarılamıyordu. Solun etkin müdahalesi olmaksızın, tanımsal olarak, solun bireyini ve kitle anlayışını, hakim birey anlayışının yerine koymaksızın, büyük kitleler siyasette etkili de olamıyorlardı. Cumhuriyet Mitinglerinin başarısızlığının bir nedeni de budur.
Türkiye'de kısa vadede bu eğilimi tersine döndürecek hiçbir gelişme ufukta görünmüyor.

O halde sol, bu durumu veri alarak strateji üretmek zorundadır. Türkiye'de yakın dönemde, geniş kitlelerin harekete geçeceği bir siyaset alanı olmayacağı gibi, solun da bu geniş kitlesellik içinde siyaset yapması beklenmemelidir.

Solun daha odaklı ve noktasal çalışması bu dönemde hedef küçültme anlamına gelmiyor. Aksine, sol, ancak bu odaklı çalışmayla, Türkiye'de kitlelerin siyasete dahil olmasının yolunu açabilecektir. Üstelik, bu çalışmanın altı dolduğu sürece, bu müdahale kalıcı da olabilecektir.

Türkiye'de hiç unutulmaması gereken nokta ise, bu ülkede burjuvazinin devri tamamen kapanmadan, sosyalizmin iktidar mücadelesi sürerken, kitle tarifinin, Türkiye siyasetinin yapısal olarak belirlediği sınırların dışına çıkamayacağıdır. Türkiye'nin ölçeği ile kitle tarifinin dünyada kabul edilen ölçeği arasındaki açı hep varolmaya devam edecektir. Ta ki, sosyalistler iktidarı alıncaya ve ülkeyi yeni baştan kurmaya başlayıncaya dek...