Soros'un Türkiye'ye vedası

Açık Toplum Vakfı gördüğü lüzum üzerine Türkiye'deki çalışmalarına son verdiğini açıkladı. 70'ten fazla ülkede faaliyet gösteren Vakıf ilk olarak 1984 yılında Macaristan'da kuruldu. Vakfın kurucusu olan milyarder George Soros, 1947 yılında sosyalizmin iktidara gelmesinin ardından ayrıldığı Macaristan'la aslında ilişkisini hiç kesmemişti. Vakfı kurduktan sonra ise sosyalizme karşı mücadelesini açıktan sürdürdü. Doğu ve Orta Avrupa'da sosyalizmin çözülüşündeki rolünü hiç saklamadı, tersine bundan hep gururla söz etti.

Soros, sosyalizmin çözülüşünden sonra sola ve işçi sınıfına karşı yürüttüğü kavgaya aralıksız devam etti. Avrupa'da kazandığı tecrübeyi hızla başka ülkelere yaydı.

Sorosçuluk her koşulda kapitalizmin yanında tavır almak demekti, işçi sınıfının çıkarlarına karşı patronların çıkarlarını savunmak anlamına geliyordu. Bu bağlamda hep Batılı merkezlerin yanında konumlanan Soros ve vakfı, emperyalist sistemin krizi nedeniyle oluşan gerilimlerde işçi sınıfı düşüncesini temsil etmeseler de Rusya ve Çin'e karşı mücadele etmekten de çekinmedi.

Soros liberal düşünceye bağlıydı. Özgürlük veya açık toplum, paranın hakim olduğu bu düzenin kalbi olan piyasanın sorunsuz işlemesi için gerekli özellikler olarak tanımlanıyordu. Sermayenin önündeki tüm engeller kaldırılmalıydı. En büyük engelin dünyanın her yerinde sol ve işçi sınıfı olduğuna hiç şüphe yoktu.

Soros, Türkiye'deki çalışmalarına 2001 yılında açtığı temsilcilikle başladı. 2008 yılında temsilcilik vakfa dönüştü. Belli ki faaliyetin kalıcı olacağı düşünülüyordu. Zaten daha vakıflaşmadan 2003 yılında liberal düşüncenin yaygınlaşması için faaliyet yürüten TESEV ile kurulan ilişki bunun habercisiydi. Bu tarihten sonra TESEV ile Açık Toplum Vakfı pek çok konuda birlikte çalıştı.

Bu teması sağlayan kişinin her iki kurumda da yöneticilik yapan ve halen Sabancı Holding'te yönetimi kurulu üyeliği yapan Can Paker olduğu çok söylendi. Ancak Paker'in iki yerde de ortak isim olması bir rastlantı değildi. Benzer düşünceleri savunan kurumlarda aynı çevreden isimler görev alıyordu. Aynı amaç için çalışanların bir noktada işbirliği yapması kaçınılmazdı.

1961 yılında Nejat Eczacıbaşı tarafından oluşturulan heyet, 1994 yılında Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı adını almıştı. Kurucuları arasında Koç, Eczacıbaşı, Alaton gibi geleneksel çevrelerden isimler olduğu gibi, Ethem Sancak gibi AKP'yle organik bağı olanlar da mevcuttu. Türkiye sermayesinin hiçbir unsuru bu dikkatli formülasyonda dışarıda bırakılmamıştı.

Bu iki vakfın beraber çalışmaya başladığı zaman AKP iktidarında 1923 Cumhuriyeti'nin tasfiye edileceği süreç başlamak üzereydi. AKP ile kurulan sıcak ilişki zaten hiç saklanmadı. Tayyip Erdoğan'ın kızı Esra Erdoğan'ın bir süre TESEV'de çalışması sadece bir örnekti. Dönemin başbakanı Erdoğan, vakıfların çalışmalarını takip ettiğini ve partisinin bu çalışmalardan faydalandığını her fırsatta belirtti. Bu kurumların hazırladığı çalışmalar AKP'ye yol gösterdi. AKP bu çalışmalardan somut olarak yararlandı.

En az bunun kadar önemlisi, vakıflarda doğrudan faaliyet gösteren ya da bu vakıflardan maddi ya da başka yollarla yardım alan insanların Türkiye'de yaşanan dönüşüm sırasında AKP'ye toplum nezdinde verdikleri destekti. AKP bu destek olmaksızın 1923 Cumhuriyeti'ni yıkmayı başaramazdı.

Açık Toplum Vakfı ve TESEV gibi kurumlar, patronlar ile siyasi iktidar arasındaki ilişkinin yürütücüleriydi. Cumhuriyet sermaye için bir ayak bağına dönüşmüştü ve tasfiye edilmeliydi. İşçi sınıfı ve solun Türkiye'de bir güç kazanması mutlak surette engellenmeliydi çünkü patronların amaçları önündeki asıl engel bunlardı.

Sorosçuluk diye bir şey illa tanımlanacaksa, Türkiye'de bu amaçlar doğrultusunda yapılan vakıf çalışmaları genel olarak böyle isimlendirilebilirdi. Ama o zaman Sorosçuluk yalnızca Açık Toplum Vakfı'nın bizzat kendisinin yaptığı çalışmalarla sınırlanamazdı. Bu işe bulaşmayan çok az isim vardı. Üstelik Vakıf çevresi de pek sınırlı sayılmazdı. Bugün konu hakkında sesi soluğu çıkmayan islamcı yazar Mustafa Akyol'dan, HDP sözcüsü Ayhan Bilgen'e kadar çok sayıda isim vakfın danışma kurullarında görev üstlenmişti. Vakfın kurucularından ve önde gelen isimlerinden Can Paker, Deniz Baykal'ın danışmanlığını yapmış bir isimdi. Bugünkü CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ismi TESEV'in kuruluş çalışmalarında geçmişti. AKP'nin ise bu kurumlarla zaten organik bağı vardı.

Paranın ve piyasanın hakimiyetinin sürmesi için çalışan bu tür vakıflar, bu toplumsal düzenin idaresinde görevli her türlü kişiyle, siyasi, kültürel ve ideolojik bağ kurabiliyordu. İlişkinin zemini ise hiç değişmiyordu: Serbest piyasanın kutsallığı, sermayenin çıkarları ve elbette sol düşmanlığı...

Şimdi Açık Toplum Vakfı kendince sebeplerle kurumsal olarak Türkiye'den çekiliyor olabilir. Ama bu veda Sorosçuluğun Türkiye'yi terk ettiği anlamına gelmiyor. Türkiye'de iktidarın bir parçası olmuş ve halen olmaya devam eden bir düşünce ülkeden nasıl çekilebilir...

Ülkenin geçmiş belki 20 yılına damgasını vurmuş bu düşünce sistematiğinin Türkiye'deki varlığı bir kurumun somut faaliyetlerine veya bazı kişilerin şu anki konumlarına indirgenemez. Türkiye'deki siyasi durum ve AKP'nin tercihleri, bazı isimlerle iktidarın arasını açmış olabilir. Bu durum bir süre devam da edebilir. Ancak hiçbir şey gerektiğinde tüm bu isimlerin toplumsal düzenin devamı için bir araya gelmelerini engelleyemez.

Sorosçu bir vakıf Türkiye'den ayrıldı evet, ama bir fikir olarak Sorosçuluk bu ülkede varlığını sürdürüyor. Asıl önemsenmesi gereken de bu.