Siperde kim var?

Türkiye siyasetinde siper kavgası sürüyor. Kavganın gidişatı ve üslubu Türkiye burjuva siyasetinin ortalamasının Kürt sorunundan ne anladığını da gösteriyor.

Normalde düşmana karşı kurulması gereken siperlerde iki halkın çocukları birbirine ateş ediyor. Türkiye siyasetçileri de bu siperlerdeki duruş pozisyonlarından prim yapmaya çalışıyor. Demek ki kimse o siperlerde veya o siperlerin karşısında ölen gençlere aldırmıyor.

Burası Türkiye. Biz 30 yıldır, Türkiye Türklerindir diyerek kendi dağlarımızı bombalıyoruz. O dağların bombalandıkça bizim olacağımızı sanıyoruz. Bir memleket kendi topraklarına bombalayarak sahip çıkıyor. Tıpkı, bir halka kurşun sıkarak, o halkı yok sayarak, bir milletin parçası haline getirmeye çalışması gibi. Türkiye, yıllardır kendi Kürtlerini inkar ederek, döverek, onlara işkence ederek Türk milletinin bir parçası haline getirmeye uğraşıyor.

Bölgeden her gün ölüm haberleri geliyor, bölgede her gün kan dökülüyor. İnsanlar yaralanıyor, sakat kalıyor, ölüyor. Türkiye kendi sorununu böyle hatırlıyor. Öldürerek çözeceğini sandığı bir problemi, ölüm olmadığı zaman unutuyor, kan geri geldiği zaman yeniden anımsıyor. Bir memleket hafızasını kana endeksleyebilir mi? Bir memleket hafızasını kana endekslediğinde kendi derdini çözebilir mi?

Türkiye’yi yönetenlerin iletişim ve siyaset anlayışı bu. Bombalayarak sahip çık, kurşun sıkarak kapsa, kan döküldüğünde hatırla. Bu anlayışın siperdeki boy tartışmasını gündem yapmasına niye şaşırıyoruz? Bu insanlarla çözüm mümkün olabilir mi? Asıl şaşılacak olan, hala buna inananların çıkması ve acil çözüm talebiyle bu kafadaki adamların kapısına dayanmaları.

Kürt sorununun çözümünün artık bir tane yolu var: Kürt sorununun bu koşullarda çözümünün olmadığının kabul edilmesi.

Önce çözümsüzlüğü kabul etmek zorundayız. Çözümsüzlüğü kabul ettiğimizde, bunun nedenlerine odaklanabileceğiz ve belki o zaman bu çözümsüzlüğü yaratan koşulları ortadan kaldırmak için uğraşabileceğiz.

Başka türlüsü mümkün değildir. Bugün, Kürt sorunu tartışmaları artık komik bir hal almıştır.

BDP’nin ilk bakışta anlamlı gelen “siperlerden çıkın” çağrısının da ne yazık ki bir anlamı yoktur. Bugün siperin arkasında çömelen ya da ayakta duranların, siperden çıktıklarında değişeceğine dair bir işaret mi var da bu çağrı yapılıyor.. Bu değişimi bekleyen BDP’nin de aslında hiçbir şeyi beklemediği maalesef ortadadır. Aynı konuşmada, “yerel meclisler kuralım, sorunlarımız buralarda çözelim” talebinin o çağrının mantıksal uzantısı olduğu açıktır. Yerel meclislerin bu koşullarda hiçbir meseleyi çözemeyeceğini bilmesi gereken parti yetkililerinin de koşulların kendilerini bu çaresizliğe ittiğini görmesi gerekir. Kürt siyasetçilerinin, sorunun sıkıştığı çerçeveyi veri almaktansa, o çerçeveyi değiştirmek için mücadele etmeleri artık bir zorunluluktur.

Türkiye kapitalizminin bu temel sorununda çerçeveyi değiştirebilecek müdahale ise ancak soldan devrimci bir bakış açısıyla yapılabilir.
Solun müdahil olamadığı koşullarda problem küçük değişiklikler dışında ya aynı kalacaktır, ya da daha kötüye gidecektir. Korkutucu olansa Türkiye’nin içinden geçtiği sürecin geneli düşünüldüğünde işlerin kötüye gitme olasılığının büyüklüğüdür. Türkiye’nin yaşamak için sola ihtiyacı vardır.