Seçimin kapsayamadıkları

Cumhurbaşkanlığı seçimi, Türkiye’nin seçimler tarihi gözetildiğinde oldukça düşük bir katılım oranıyla sonuçlandı. Seçimin öncesinde solun yaptığı boykot çağrısının sandığa gitmeyenlerin sayısındaki artışa nicel etkisi tartışmalıdır. Ancak sandığa gitmeyen milyonlar, boykotun en doğru siyasi tavır olduğunu ispatlamıştır.

Boykot, bu seçimlerin meşruiyetini zayıflatmayı, halkın önüne sunulan tercihlerin dışında bir siyasi doğrultunun varlığını insanlara göstermeyi hedefliyordu. 10 Ağustos günü oy kullanmayan insanlar siyasetin dinamikleri kadar aritmetiğinden de anlamadıklarını ispatlayan sosyal demokratların iddia ettiği gibi Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığına taşımadılar. Tam tersine, bu insanlar düzenin onlar için ürettiği tercihlere yüz vermeyerek bu seçimleri tartışmalı hale getirdikleri gibi, düzen dışı alternatiflere de göz kırpmış oldular.

Türkiye bu açıdan ilginç bir döneme giriyor.

AKP ve Erdoğan karşıtı geniş kitlenin bir bölümü çatı adayı Ekmeleddin’in şahsında somutlanan ittifakı ve sağa kayışı reddetti. Burjuva demokrasilerinde sandığa hayır demek, oy kullanmamak, kaybetmeyi göze almadan mümkün değildir. Bu insanların kaybetmeyi göze almaları yalnızca boş vermişlikle ve umutsuzlukla açıklanamaz. Evet, o gün sandığa gitmeyenlerin hepsi değil ama bir bölümü belli ki CHP’nin kaybettiğini düşünüyor ve bu düşünce onları karamsarlığa, boş vermişliğe ve umutsuzluğa sevk ediyor. Ama yine bu insanların bir bölümü kaybedeceklerini bile bile oy kullanmayarak, yenilmiş CHP’nin dışında, AKP’yi yenebilecek başka bir gücü aradıklarını gösteriyorlar.

Düzen dışı bir alternatifin güçlenmesini sağlamak için bu arayışı önemsemek gerekir.

Sosyal demokrasi burjuvazinin onlara işaret ettiği kulvarda sağcılaşıp yine aynı kulvarda kalıcı bir ittifak projesini zorlarken işte bu kesimi dışlamak zorunda kalıyor. Bu, Türkiye gibi bir ülkede sosyal demokrat bir partinin umudunu sağa bağlamasının zorunlu sonucudur çok geniş bir kitleyi sisteme zorlama bir ideolojik çözümle bağlamaya çalıştığınızda, bu kitlenin içinden bir kesim görüş alanınızdan mutlaka çıkar.

Türkiye çok uzun yıllardır çeşitli vesilelerle büyük bir karanlıkla boğuşuyor olabilir. Ama yine bu ülkenin kimsenin küçümseyemeyeceği ilerici bir birikimi vardır ve bu birikim yalnızca 1923’ün ileriye doğru attığı adımların bugüne bıraktığı mirasla açıklanamaz. Bundan daha önemlisi bu mirasa düzeni onayladığı için değil mirasın daha ileriye sıçramak için doğru bir zemin olduğuna inandığı için sahip çıkan solun cumhuriyet tarihi boyunca harcadığı siyasi ve ideolojik emektir. Böylesi bir birikimi AKP’nin merkezinde durduğu, CHP, MHP ve hatta Kürt hareketinin farklı ittifak projeleriyle destek verdiği yeni bir cumhuriyet projesine eklemlemeniz imkansızdır.

Solun emek harcadığı ve doğal olarak sola açık bu birikim, sosyal demokrasinin görüş alanından çıktığı ölçüde boşta kalıyor ve bu defa solun görüş alanına yerleşiyor.

Türkiye siyasetinde Sarıgül, Yavaş, Ekmeleddin gibi ittifak projeleri mutlaka önemlidir. Ama düzenin geniş kitleler için tasarladığı projeler kadar önemli olan, bu girişimlere şüpheyle yaklaşan ve bu tür ittifak girişimleriyle kapsanamayan, kapsanamadıkça düzenin dışına doğru salınımlar yapan kitleyi hedefe koyarak atılacak adımlardır. Sol, malum ittifak projelerinin yanı sıra bu kitleye dönük ideolojik ve siyasi müdahaleler konusunda da uyanık olmalıdır.

Seçimden sonra solun öncelikle hitap edeceği insanlar işte bu insanlardır. Düzeni temsil eden siyasi akımlardan umudunu kesmiş, ama düzen dışına henüz çıkmamış, durdukları yerden düzen dışına göz kırpan insanlar… Erdoğan’ın kazanacağını bile bile sandığa gitmeyen, kaybetmeyi göze almış insanlar… Umutsuzluğa ve karamsarlığa kapılsalar da başka türlü bir çözümün mümkün olduğunu hissetmiş, her şeye rağmen yeniden umudu aramaya hazır insanlar... Bizim insanlarımız.