Rüzgar Çetinlere vicdanını satma sırası kimde?

Sinan Çetin'in oğlu olmaktan başka bir özelliği olmayan Rüzgar Çetin, alkollü bir şekilde kullandığı lüks spor arabasıyla bir kişiyi öldürdü, bir diğerini yaraladı. Oldukça kısa bir hapishane macerasından sonra da, mağdurların şikayetlerini geri almasından ötürü tahliye edildi.

Hikayeyi bilmeyen yok... Bu beklenir sona sinirlenmeyen de...

Şımarık bir zengin çocuğu olarak Rüzgar'ın öyküsü insanın gerçekten zoruna gidiyor. Ama Türkiye bu işte... Öfkelenecekseniz ülkeye öfkeleneceksiniz. Zorunuza gidiyorsa memleketi değiştirmek için uğraşacaksınız.

Türkiye'de zenginlerin dilediklerini yapabildiklerini, ülkeyi onların yönettiklerini, ülkedeki her şeye sahip oldukları gibi hayatlarımızın mülkiyetini de ellerinde tuttuklarını fark etmemiz için daha ne yaşamamız gerekiyor?

Bu ülkede çoğunluğu ezen sorunların hiçbiri onların derdi değil. İlgilenmiyorlar... Onların dünyası başka.

Onların dünyasında kısa şort veya etek giymek gibi bir problem yok. Çünkü oturdukları korunaklı site veya evlerde onları kimse taciz edemez, toplu taşıma araçlarında yobazlarla muhatap olmak zorunda değiller. Mekan satın alabilecek güçte birisi içkili mekanların kapatılmasını niye umursasın. Her şeyin satın alınabildiği bir düzende yaşam tarzı tartışmasının parayla ilişkisi kurulmadığı ve sınıfsal bir eksene oturtulmadığı sürece bir anlamı var mı? Paranın hakim olduğu bir düzende kolayca satın alınabilecek bir olguyu, paradan bağımsız tartışabilir miyiz?

Onların dünyasında okulların tarikatların eline düşmesi veya imam hatipleştirilmesi gibi bir problem de yok. Paralarıyla istedikleri yerde istedikleri gibi bir eğitimi satın alabilirler çünkü. Onların dünyasında geçim veya kira derdi, sağlık hizmetine erişim gibi dertler de yok. Çünkü para her kapıyı açıyor. Savaş dahi çıksa yarın ülkeyi terk edecek güçleri var ve en fazla taşıyamayacakları malı mülkü geride bıraktıkları için üzülecekler.

Rüzgar Çetin örneğinde gördüğümüz gibi insan hayatı bile satın alınabiliyor. Ölüme bedel biçilebiliyor.

Tüm bunlar ortadayken Çetin ailesine kocasının ölü bedenini satan kadına kızmakla yetiniliyor. Kızılsın elbette. İşçi cinayetlerinden sonra patronun ellerine tutuşturduğu üç beş kuruştan dolayı ölen emekçinin peşine düşmeyen ailelere de kızılsın.

Zorlukları, içinde bulundukları koşulları, psikolojik durumlarını geçin... Bunların hiçbiri bahane değil. Bunlar bahaneyse ne bu ülkede, ne de dünyada iyilik ve doğrudan yana bir iş yapılabilir. İnsanlığın değerlerinin yanında durmak hep zordur ve belli ki uzun bir süre daha öyle kalacaktır. Bu insanlara kızmadan, insanlığın yanında duranları yüceltemezsiniz. Ölüsüne sahip çıkamayan insanları anlamaya çalışırsanız en zor koşullarda umudu arayan devrimciliğin bu hayatta nereye oturduğunu çözemezsiniz.

Bu insanlara öfkelenmek yetmiyor ama. Paranın ve zenginliğin hakim olduğu bu ülkede herkesin başına her an benzer olaylar gelebilir ve aslında geliyor da. Zenginlikle karşı karşıya gelmek için, aşağılık bir zenginin lüks arabasıyla sizi kaldırımda ezmesine veya karşı şeritten gelip sizin üzerinize çıkmasına gerek yok. Eğitimi, sağlığı paralı hale getiren onlar. Mahallenizi dönüştürüp kiraların yükselmesine neden olan onlar. İşyerinde hayatınızı kazanırken tepenize binen de onlar.

Sizi hiç durmadan, her yerde ezen onlar. Henüz vicdanınızı satmasanız da, her an satmak zorunda kalabilecek olan sizsiniz.

Çünkü yalnızsınız. O kadın da, emekçi aileleri de yalnızdı. Örgüt bunun için var. “Ölenle ölünmez, çocukların ve geleceğin için al o parayı” edebiyatı yapan anneye, akrabaya, arkadaşa direnmek için, “bırak başkaları uğraşsın” söylemiyle işyerinde başını eğmeni öğütleyen, haksızlığa karşı sokağa çıkmamanı vaaz eden insanlara kulaklarını tıkaman için her zaman yanında duracak, seni yalnız bırakmayacak, en zor koşullarda kulağına iyiyi ve doğruyu fısıldayacak insanlar olmalı. Örgüt, işte o güzel insanlardan başka şey değil aslında...