Oy mu kullanacağız mazeret mi bulacağız?

Türkiye’de solculuk, mazeret bulma becerisi olarak tanımlanabilir mi?

Her seçim dönemi, kendisini solda gören insanların oy tercihlerini anlatırken buldukları mazeretlerin çeşitliliği insana bunu düşündürtüyor. Bu ülkede oy kullanırken mazeret bulmak zorunda olan tek kitlenin solcular olduğunu bilmek acı veriyor. Sosyal demokratların, Kürt ulusal hareketine uzun yıllardır gönül ve destek vermiş olanların böyle bir derdi yok örneğin. Onlar genellikle kendilerine düşünsel olarak en yakın gördükleri parti için oy kullanıyorlar.

Sağda da durum belli açılardan farklı değil. Türkiye’de sağcı tabanın sandıktaki tercihi yelpazenin soluna kıyasla daha az fikirsel düzlemde şekilleniyor. O tercihte iktisadi, dinsel veya geleneksel nedenlerin ağırlığı diğer tarafa göre daha fazla. Ama bu tercih ne olursa olsun, sağcıların tercihlerinden dolayı mazeret aramaya ihtiyaç duymadıkları açık.

Bir solcu elbette iktisadi, dinsel ya da geleneksel saiklerle oy kullanmaz. Ancak bir solcunun düşünsel bağlamda aslında kendisini ifade etmeyen bir partiye oy atmasının çelişkili ve dramatik sonuçları var.

Seçimler aynı anda hem çok önemli hem de çok önemsiz görülebiliyor mesela. Seçimler önemsiz ve verilecek oy taktik bir adım olduğu için, taktik oy kullanılıyor ve ilk hedef olarak iktidar partisini geriletmek belirleniyor.

Ya da bu seçimler çok önemli olduğu için, bu seferlik, AKP’ye karşı oy kullanmak zorunda hissediliyor.

Seçimlerin önemsiz ya da önemli olması durumunun aynı sonuca işaret etmesindeki garipliği aslında herkes fark ediyor. Aynı gariplik kendisini “bir defa”nın “her defasında”ya dönüşmesinde de gösteriyor. Bu acayip mantık yürütme seçimlerin ne olduğuna bir türlü karar veremeyince her seçim hem önemli, hem önemsiz oluyor ve yine her seçimde mutlaka mücadele edilmesi gereken bir baş düşman bulunuyor.

Oylar da doğal olarak o baş düşmana karşı kullanılıyor. Baş düşman AKP bugüne has bir kavram değil ki, Türkiye tarihi benzer tehlikelerle dolup taşıyor.

Taktiksel olarak bir sonuca ulaşıldıktan ve ilk mazeretler ortaya çıktıktan sonra sıra daha derin mazeretler üretmeye geliyor. Türkiye siyasetinde aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı anlatılıyor. Demirtaş ve Kılıçdaroğlu, kutsal kitaptan girip Kâbe’den çıkıyorlar, Erdoğan’la Müslümanlık yarışına mı giriyorlar, gerilen HDP’ye veya CHP’ye oy vermeye karar vermiş solcu oluyor. Çünkü, Demirtaş’ın ya da Kılıçdaroğlu’nun niye böyle yaptığını anlatmak, savunmalarını yapmak ona düşüyor.

Patronlara şirin mi gözüküyorlar, solcu sahneye çıkıyor. ABD ve Avrupa Birliği ile arayı iyi mi tutmaya çalışıyorlar, solcu çok zorlanıyor ama sahneden inmiyor.

Demirtaş konuşuyor, mazereti solcu buluyor. Kılıçdaroğlu uçuyor, onu tutan yine solcu oluyor. CHP ya da HDP’nin peşine takılmış solcu bu tercihini anlamlandırmak için hiç durmadan mazeret üretiyor.

Hayat kendisi gibi olmayan için çok zor. Sonra kaçınılmaz olan gerçekleşiyor ve mazeret üretmekten yorulan solcu kendisini ürettiği mazeretlerle eşitliyor. Seçimlerde atılan oy ve seçim mazeretleri seçimlerle sınırlı kalmıyor, Müslümanlık yarışı ve patron seviciliği solculuk sanıldığında gericilik ve piyasacılık meşrulaşıyor.

Sahi, AKP’yi niye geriletiyorduk biz? Gerici ve piyasacı olduğu için değil mi?