Ne değişecek?

10 Ağustos günü veya ikinci turda bitsin, Cumhurbaşkanlığı seçimi için ortaya atılması ve cevaplanması gereken soru budur: Seçimden sonra ne değişecek?

Soru tüm taraflar için geçerlidir ve Erdoğan için ne kadar meşruysa, çatı adayı Ekmeleddin ya da Demirtaş için de öyledir.

Ancak tablo böyle tamamlanmaya, seçim yalnızca bu üç aday vesilesiyle tanımlanmaya çalışılırsa büyük bir eksiklik oluşur. Bu seçimin bir tarafı daha vardır ve o gün solun çağrısıyla bilinçli bir şekilde sandığa gitmeyecek taraf için de bu sorunun yanıtı aranmalıdır.

Ne değişecek gerçekten?

Ne değişecek sorusu zaten bir şey değişmeyecek diye yanıtlanamaz. Erdoğan zaten şimdiden kazanmıştır diyerek de…

Bu seçim açık ki Erdoğan için bambaşka bir evreye geçişi temsil etmektedir. Erdoğan’ın bu ülkeyi başbakanlık makamından değil de cumhurbaşkanlığı makamıyla tek başına yönetmesi arasında bir fark vardır. Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal açıdan en üst noktasına tırmanması, mesela ordunun başkomutanı olması, yalnızca sembolik bir adımdan ibaret görülebilir mi? Siyasette sembollerin büyük önem taşıması bir yana, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasıyla, dinci gerici hareket kendi cumhuriyetini kurmak yolunda bir adım daha atacaktır. Türkiye’de dinci gericilik tarafından kurulmaya çalışılan cumhuriyetin asla bir bütünlüğe kavuşamayacağı ve bu anlamda aslında kurulamayacağı, hatta bu bağlamda projenin çoktan iflas ettiği, teorik bir doğrudur. Ama Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması Türkiye siyasetinde birtakım değişiklikleri tetikleyecektir. Erdoğan’ın başında olduğu bir cumhuriyet açık ki daha gerici, daha karanlık, işçilere, kadınlara, gençlere daha düşman bir cumhuriyettir.

Erdoğan’ın yeni bir cumhuriyet kurma hülyası teorik olarak iflas etmiştir. Ama bu projeyi hala zorlayan yalnızca Erdoğan değildir. Erdoğan’ın zorlaması zaten bir zorunluluktur. AKP zorlamadığı anda kaybettiğini kabul etmiş olur. Bunu elbette yapmayacaklar. Peki ama seçimin diğer adaylarının aynı projeye canla başla kan taşımaya, hayat vermeye çalışmalarına ne diyeceğiz?

Hem CHP-MHP çatısının, hem de Kürt hareketinin adayı, yalnızca nitelikleriyle değil, ilk günden bu yana adaylık süreçlerinin nasıl yönetildiğiyle de Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı yolunda yardımcı değil asli roller üstlendiler. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığının meşrulaşması için ellerinden geleni yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar.

Türkiye’yi daha gerici, daha karanlık, işçilere, kadınlara ve gençlere daha düşman bir ülke yapacak olan, elbirliğiyle oluşturulmaya çalışılan bu meşruiyettir. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması değil Erdoğan’ın sistem içindeki muhaliflerinin ona bir meşruiyet zemini sağlamaları bugün bitmiş bir projeye tekrar kan taşıyor. Erdoğan ve onun liderliğinde AKP bu zeminin üzerinde hareket edecek, işçilere, kadınlara ve gençlere böyle saldıracaktır.

Cumhurbaşkanlığı seçimini basit bir oy aritmetiğine indirgeyen, seçimin hangi turda biteceğinden kendi adına sonuçlar çıkaran her yaklaşım işte bu nedenle yanlıştır.

Erdoğan bu seçimi aldığı oyların değil, yarıştığı adayların sayesinde kazanacaktır. Erdoğan’ı şimdiden bu kadar güçlü kılan sandıkta yakalayacağı oran değil, karşısındaki adayların niteliğidir.

Meşruiyet zemininin genişlemesini, bu değişikliği önemsemek zorundayız.

Bu tablonun bütününe karşı çıkmayan her adım Erdoğan’ın iflas etmiş hülyalarına can veriyor.

Sol neyin değiştiğini önemsediği, bu meşruiyet zemininin daha fazla genişlemesini engellemek istediği için bir boykot çağrısı yapıyor.

Zaten bir şey değişmeyecek çaresizliği de, her şey Erdoğan’ın istediği gibi değişecek karamsarlığı da bu seçimin kendisinden besleniyor. Bu çaresizliğe ve karamsarlığa teslim olmak zorunda mıyız? Üstelik seçimin kendisini reddetmek gibi bir yol varken…