Müslümanların çelişkilerini laiklik çözemez

Laik bir ülkede dinsel olanın toplumsal ve siyasal alanı düzenlemesine asla izin verilmez. İnanç ve ibadet hürriyeti de ancak bu çerçevede uygulanabilir. Bu şekilde yazıldığında akla yatkın ve basit görünen bu ilkelerin yaşama geçirilmesi ve uygulanmasında gerçek zorluklar var. Üstelik bu zorluklar laiklik için verilen mücadelenin kendisiyle de doğrudan ilişkili. Bu ilkelerin somut olarak nasıl uygulanacağını bilmeden neye karşı nasıl mücadele edileceği belirsizleşiyor çünkü.

Zorluğun kaynağında laiklik ilkesinin nasıl ortaya konulduğu değil, inancın doğası var. Çünkü her dinsel inanç doğası gereği, şiddeti ve ölçeği değişse de, toplumsal ve siyasal alanı düzenleme iradesini taşır. Din toplumsal ve siyasi bir olgudur ve kendi haline bırakılan, ya da müdahale edilmeyen dinsel düşünce toplumsal ve siyasi alana yayılma eğilimindedir. Laiklik için verilen mücadele de, buna karşılık olarak, bu yayılma eğilimini durdurmak zorundadır.

Dinsel olanın doğal eğilimlerine karşı çıkmanın tutarlı olan tek yolu da, neyin inanç ve ibadet özgürlüğü kapsamında ele alınacağını dinin kendisine bırakmamaktır. Bu soru dinsel olandan yola çıkılarak cevaplanamaz. Siyaset ve teoloji burada yollarını ayırırlar. İnanç ve ibadet özgürlüğünün kapsamına karar verecek olan dinsel değil laik unsurlardır. Bu tartışma teolojik bir zeminde değil seküler bir zeminde yürütülebilir.

Mesela, bir kadının nasıl bir inanç doğrultusunda ne giyeceği yalnız kendisini ilgilendirir, ama kadınların toplumsal yaşantıdaki yerleriyle ilgili hiçbir tartışma dinsel referanslarla yapılamaz ve dolayısıyla kamusal alanda görev yapan bir kadının ne giyeceği tartışması dinsel bir tartışma değildir. Kimsenin kendi inancı doğrultusunda kamunun çıkarlarını tehlikeye atma hakkı olmadığı gibi, kimin nasıl yaşayacağına karışma hakkı da yoktur.

Bir insan inancı gereği içki içmeyebilir, ama kimin nasıl içki içeceği dinsel bir tartışma değildir. Yine isteyen yaratılışa inanmakta özgürdür. Ancak ders kitaplarında evrim teorisinin yanında veya yerine yaratılışa dair bir anlatıya yer verme talebi teolojik bir tartışmanın konusu olamaz. Bunlar aynı kategoride değerlendirilecek olgular değildir ve yaratılış anlatıları bilimsel olguları veri almak zorunda olan ders kitaplarına giremez.

İnancın, bilimle ya da toplumsal yaşantıya yön verecek olan insanlığın evrensel değerleriyle çeliştiği, bunlara ters düştüğü anlarda, bu çelişkileri çözmek ise tam tersine teolojinin görevidir.

Örneğin, dünyanın güneş etrafında dönmesinin dinsel olanı ilgilendiren kısmıyla ilgili problemleri, kutsal kitapta buna yer verilmiş olmasıyla ilgili teolojik çelişkileri çözen bilim değil bizzat dinin kendisidir. Dinsel düşünce, bu ve buna benzer pek çok bilimsel olguyu kabul etmenin ve sindirmenin bir yolunu bulmuştur. Tıpkı, pek çok olgu ve veriyi kabul etmemenin bir yolunu bulduğu gibi... Bilimsel olgularla dinsel inancın arasındaki bitmek bilmez çelişkilerin çözüm anahtarı yine dindedir.

Bilimsel düşünce bu noktada dinselliğe yardımcı olamaz, çünkü esneme şansı olmadığı gibi inanca yol gösterme, dindarların nasıl inanacaklarını söyleme gibi bir şansı da yoktur. Benzer bir şekilde toplumsal veya siyasi alanda dinsel inançların karşılaşacağı çelişkilerin çözümünde siyaset dinsel olana taviz veremez, onunla uzlaşamaz... Laiklik ilkesi yalnızca toplumsal ve siyasi alana girmemesi için dinsel olana çekilecek sınırı belirler. Üstelik bu sınırın yeri bir tartışma konusu da değildir, tartışılacak olan mücadelenin kendisi, dinsel olanın bu sınırın gerisinde nasıl tutulacağıdır.

Bu sınırın dinsel inançlarla çelişkiler içermesi ise neredeyse bir kuraldır. O sınırın öte yanında, dinselliğin tarafında, inancın bu çelişkilerle birlikte nasıl varolacağı, dinin kendi iç tartışmasıdır.