Kriz Türkiye'ye Yaklaşırken

Türkiye Cumhuriyeti'nin içinden geçtiği sürecin emperyalizmle olan bağlantısı üzerine yeniden düşünmenin vaktidir. Dünya ekonomisinin ve emperyalizmin merkezleri kendilerinin de itiraf ettiği gibi mutlak surette ciddiye alınması gereken bir krizle uğraşırken, sistem içinde hiyerarşinin altlarında bulunan ülkelere bu krizin nasıl yansıyacağı önemlidir.

Emperyalizm, Sovyetler Birliği'nin çözülüşünden bu yana, hem sistemin içindeki ülkelerin ve hem de sisteme sosyalizmin çözülüşünden sonra dahil olan ülkelerin, küresel düzene nasıl bağlanacaklarını yeniden yapılandırıyor. Bu sürecin bizzatihi kendisi adı geçen ülkeler için bir kriz anlamına geliyor. Türkiye hatırı sayılır bir süredir bu süreçle boğuşuyor. Son yıllarda bu dönüşümün zirve yapmasına, bir ülkenin felaketin eşiğine gelmesine hep birlikte tanık olduk.

Peki ama, doğrudan emperyalist merkezlerle bağlantılı olan bu süreç, o merkezlerde ayyuka çıkan krizden, nasıl etkilenecek?

Şu gerçeği kabul ederek başlayabiliriz etkilenmemesi mümkün değildir. Bu krizin, örneğin Türkiye'de mutlaka etkisi olacaktır.

Ancak bu etkiyi yalnızca bir ekonomik krizin uzantısı olarak görmek bizi yanıltır.

Ekonomik krizin Türkiye'ye öyle ya da böyle kesinlikle ulaşacağını söylemek kahinlik değildir. Bu etkinin ekonomik boyutları üzerine düşünmek ve hatta bunu bir adım ileri götürerek bu ekonomik etkinin doğrudan siyasi sonuçları hakkında kafa yormak da sağlıklıdır.

Ama olacakların bundan ibaret olduğu yanılgısına düşmemek şartıyla...

İsterseniz baştan başlayalım.

Bu yeniden yapılanma emperyalizmin solu tasfiye planının bir uzantısıydı. Sovyetler Birliği çözüldü, tüm dünya solu ciddi bir bunalımın içine sürüklendi, hem karşıdaki kutbun kaybolması, hem de solun krizi emperyalizme muazzam bir olanak verdi ve emperyalizm solu bitirmek için büyük bir işe girişti. Eşzamanlı olarak bağlı ülkelerin sisteme bağlanma biçimlerinin yeniden yapılandırılması, egemenlik mekanizmalarının gözden geçirilmesi, gerekiyorsa ülke sınırlarının tekrar çizilmesi gündeme geldi. İdeolojik saldırı da tüm bu hedeflerle uyumlu bir şekilde ilerledi.

Sol varken bunlar zaten yapılamazdı.

Şimdi görünen o ki, böylesine büyük bir işe girişen emperyalist merkezler tarihinin büyük krizlerinden birisiyle karşı karşıya ve bu kriz için birtakım önlemler almak zorunda. Alınan önlemler aslında basit olarak bir tane amaca hizmet ediyor: Sistemin sürekliliği sağlanmaya çalışılıyor. Emperyalist kapitalist sistem kendisini kurtarmaya çalışıyor ve bu uğurda gereken neyse yapmaya hazırlanıyor.

Bizim Türkiye özelinde kurgulamamız gereken soru da bu noktada açığa çıkıyor. Bu krizin doğal uzantılarının ötesinde, emperyalizm aldığı önlemler çerçevesinde, uzun süredir yürürlükte tuttuğu yeniden yapılanma planında bir revizyona gidebilir mi? Böylesi bir revizyon olacaksa, bu revizyona hangi somut siyasi ve ideolojik adımlar eşlik eder?

Emperyalist hiyerarşinin yapısını yeniden düzenlemek, uluslararası sermayenin geleceği açısından verilmiş bir karardı şimdi bu kararın, günümüzdeki kriz koşullarında geçerli olup olmadığına bakmamız gerekiyor.

O karar bugün de geçerlidir. O kararın veriliş koşullarında, dünya konjonktürü açısından baktığımızda bir değişiklik yoktur. Üstelik o karar verilirken en önemli parametre olan sol ve işçi sınıfının defteri de tam olarak dürülememiş ve hatta sol kendisini bekleyen büyük tehlikeye rağmen birtakım kıpırdanmalar da gösterbilmiştir.

Ancak o kararın bugün de geçerli olması, o kararın aynı şekilde uygulanacağı anlamına kesinlikle gelmemelidir.

Sürecin en basit ifadeyle şiddetlenmesini beklemek yerindedir.

Emperyalizm yeniden yapılanma olarak kodladığımız süreci, yaşadığı krizi, bu ülke ve coğrafyalara ihraç etmek için kullanacaktır.

Sistemin merkezinde ortaya çıkan maliyetin hiyerarşinin altında ülkelere doğru paylaştırılacağı muhakkaktır. Ancak bu krizin zaten devam etmekte olan süreç için de bir enstrümana dönüştürülmesi beklenmelidir. Dahası, bu krizin emperyalizmin tahammül sınırlarını daha aşağı çekeceği bir veridir.

Örneğin, zaten ulus devletlerin egemenlik sınırlarıyla ve karar mekanizmalarıyla bir derdi olan, her istediğini, istediği zaman ve şekilde hayata geçirmesinin önünde ulus devleti bir engel olarak gören emperyalizm ulus devleti tasfiye etmeyi kriz koşullarında her zamankinden daha çok isteyecektir.

Ancak sürecin şiddetlenmesi ile hızlanmasının bir ve aynı şey olmadığı bu örnekte dahi hemen açığa çıkmaktadır.

Sürecin şiddetlenmesi, bu süreçle ilgili krizin derinleşmesi anlamına gelir ama tarihin akışının bire bir emperyalizmin istediği gibi ve daha hızlı ilerleyeceği anlamına gelmez.

Çünkü, aynı örnekten devam edersek, emperyalizm, ulus devleti tasfiye ederken, onun yerine koyacağı egemenlik biçimlerini tam olarak tarif edememenin sıkıntısını zaten yaşamaktadır. Şimdi bunu daha çok ve hemen isterken, doğal olarak sıkıntısı da büyüyecektir. Tasfiye şiddetlenirken, ortaya çıkan biçimsizliğin kimin canını acıtacağı şimdilik meçhuldür.

Bu sıkıntıyı en yakıcı yaşayacak olanlar da emperyalizmin o ülkedeki taşeronları olacaktır.

Önümüzdeki günlerde bizleri bekleyen gelişmelerin ortak noktası budur: Emperyalizm ve taşeronları daha fazla saldırırken, daha büyük boşluklarla uğraşmak zorunda kalacaklardır.

Bu boşlukların ne ölçüde değerlendirileceği, bu krizin bir fırsat mı yoksa bir yıkım mı olacağı sorusuna verilecek yanıtın ta kendisidir.