Kadir Mısıroğlu deli değildi

Kadir Mısıroğlu ne bir deliydi, ne de bir meczup. Mısıroğlu'na bu sıfatlar tarihçi sıfatıyla boy gösterirken ortaya attığı tezler nedeniyle yakıştırıldı. Bu zatın tarihçi olmadığı da kesindi, ancak paylaştığı tezlerin yalnızca ona ve onun gibi uç fikirlere sahip birkaç şahsa daha ait olduğunu düşünenler yanılıyor.

Bu tezlerin önemlice bölümü, daha önemlisi bu tezlerin üzerinde yükseldiği ana fikir yalnızca gericilerce değil, Türkiye'de sağ adına siyaset yapan, düşünce üreten insanların büyük çoğunluğu tarafından da paylaşılıyor. Bu ülkede ortalama bir sağcı ya da gericinin Mısıroğlu gibi Atatürk'e "iblis" dememesi düşünsel açıdan Mısıroğlu'na uzak olduğunu göstermiyor.

Kadir Mısıroğlu'nun anlattığı hikayeleri Türkiye sağı tüm bileşenleriyle farklı sözcüklerle de olsa yıllarca anlattı, hâlâ da anlatıyor. Bu hikayelerin hepsi Türkiye tarihini çoğunluktaki müslümanlarla onların dini inanç ve bu inançtan kaynaklanan değerlerini yok sayıp bu değerlere ters bir şekilde yönetmeye çalışan bir grubun arasındaki mücadele olarak okuyan temel bir teze dayanıyor.

Bu ülkede bunun tersini söyleyen bir gericiyle ya da bu iddianın külliyen yanlış olduğunu savunan tek bir sağcıya rastlayamazsınız. Türkiye'de gericilik bu konuda hep tutarlı davrandı. Gericiliğin ürettiği ve sağın sahiplendiği tarih tezini küfür veya uç ifadelerle savunan insanları aslında hep el üstünde tutmaları da bundandı. Toplumun bir kesimi tarafından deli diye nitelenen bir şahsın örneğin AKP'li yöneticiler tarafından sürekli sırtının sıvazlanmasının nedeni temel tarih tezindeki ortaklıktı.

Aynı tez süslü püslü bir şekilde üniversite kürsülerinde merkez-çevre diye adlandırıldığında bu fikrin arkasında duran akademisyenler her çevreden saygıyla dinlendi. Mısıroğlu'nun o akademisyenler kadar kabul görmemesinin nedeni seçtiği sözcüklerdi.

Akademisyenlerin, en azından bazılarının, Atatürk ve arkadaşlarına hakaret etmiyor oluşu mesele üslupsa önemsiz sayılmazdı elbette. Ama aynı kişiler, insanlığın tarih boyunca yarattığı tüm değerlerin üzerinde tepinirken, elbirliğiyle Türkiye'yi karanlığa gömerken o üslup gerçekten önemsizdi ve takılınacak son meseleydi.

O tarih tezi ve bu halkın değerleri masalından, çocuklara tecavüz, kadına şiddet, bilime düşmanlık, emekçiye dönük nefret çıkarken bu suçlara ortak olanların üslubuna odaklanmak, ayrımı hakaret vesilesiyle yapmak o suçları meşrulaştırmaya hizmet etti.

Evet kimsenin Atatürk veya arkadaşlarına hakaret etmeye hakkı yoktu. Peki ama hakaret etmeyenler ayıklandığında, delileri ve meczuplarından kurtulduğunda Türkiye'de gericilik kabul edilebilir, anlaşılabilir bir hale mi geliyordu?

Türkiye'de gericilik böylesi bir işleme tabi tutulamayacağını, delisi ve akıllı görüneniyle, meczubu ve saygılısıyla, küfürbazı ve düzgün cümleler kurabileniyle bir bütün olduğunu defalarca gösterdi. Bu bütünü göremeyen, o tarih tezine bir yerden bulaşan herkes de genel anlamda sağın bir parçası oldu.

Laikliğin Türkiye'ye ters geldiğini, daha genel ve doğru bir ifadeyle Türkiye'de seküler siyasi adımların başarı şansı olmadığını düşünen kim varsa siyasi açıdan Mısıroğlu ve arkadaşlarının tarafına düştü.

Türkiye'de gericilik bu halkın değerleri masalıyla laikliğe karşı açtığı topyekün savaşı kazandıysa sağı bir bütün olarak karşısına alamayanların, gericiliği de anlayalım diyenlerin sayesinde kazandı. Adına halkın veya milletin değerleri denen gerici fikirler bütününün bizzat sağ tarafından adım adım inşa edildiğini görmeyenler halkın değerleri adı altında basbayağı gericiliğe teslim oldu.

Kadir Mısıroğlu mutlu öldü. İktidara, devlet kademelerinde görev yapan insanlara, seçimlerden sonra ortaya çıkan manzaraya, bir bütün olarak Türkiye siyasetine, 2019 Türkiyesi'nin haline bakıp kendisine deli diyenlere de herhalde gülüyordu.