İşçiyi işçi yapan partisidir

İşçileşme geleneksel tarifle üreticinin üretim aracından koparılmasıyla ya da mülksüzleştirilmesiyle başlar. Köylü toprağını, küçük üretici tezgahını veya esnaf dükkanını kaybeder ve hayatta kalabilmek ve yaşamını sürdürebilmek için elinde satmak zorunda olduğu emeğinden başka bir varlığı kalmaz. Kimisi bir süre işsiz kalsa, şanslı azınlık doğrudan bir iş bulsa da sonuç değişmez. O bir işçidir artık.

Bu süreç yalnızca kapitalizmin doğuşuna has bir olgu değildir. İşçileşme bu düzende hiç durmadan devam eder ve bunun nedeni yalnızca mülksüzleştirmenin hep sürmekte olduğu gerçeği değildir. Evet, mülksüzleşme devam eder. Köylülük tasfiye edilir mesela, ya da mahalledeki bakkal kapanır, terzi dükkanını kaybeder ve hatta avukat bürosundan olur. Ama işçileşme süreci hiçbir zaman bunlardan ibaret görülemez. İşçileşme sınıfı yaratan sürecin genel adıdır. Öğrencinin mezun olup işsizler ordusuna katılması ya da iş bulması, bir emekçinin işsiz kalması, enformel sektörlerden formel sektöre veya tersi yöndeki hareketler hep bu sürecin parçasıdır.

İşçi sınıfı kendisini hiç durmadan yeniden üretir ve bu yeniden üretimin kendisine has bir ideolojik veya siyasi sonucu yoktur. Mühendislik öğrencisi mühendis, tıp öğrencisi hekim olarak hayata atıldığında veya genç bir usta fabrikadaki tezgahın başına oturduğunda nesnel olarak birer işçidirler ve bu nesnel konumlanışları düşünme biçimlerini mutlaka etkileyecektir.

Ama o kadar işte... İşyerinde bir işçi gibi davranıp hakkını savunmak ya da memleket sathında siyaset alanında daha genel bir düzlemde ait olduğu sınıfın çıkarları için mücadele etmek ise ayrı bir hikayedir. Nesnel konumlanıştan ayrıdır ancak işçileşme sürecinin bir parçasıdır.

İşçileşme yalnızca insanları sınıfın ayrı bölmelerine yerleştirirken eşitsiz değildir. Süreç işçileşmenin ideolojik ve siyasi eksenlerinde de eşitsiz ilerler. Sınıf bu noktada müdahaleye açıktır ve patronlar mesleki özelliklerden ayrıcalık türeten fikirlerle veya dinsel ya da etnik temelli düşüncelerle müdahale ettikçe bölünür. Fabrika işçisi süpermarketteki kasiyere, sağlıkçı taşeron firmada çalışan temizlik emekçisine, mühendis şoföre böyle küser, kendisini ondan böyle ayrı görür. Orta sınıflara dair efsaneler buradan doğar. Ücretle, statüyle, gericilikle, milliyetçilikle işçi işçiye bu şekilde düşman edilir. İşçileşme, çelişkili bir biçimde, sınıfın parçalandığı, nesnel varlığını fikirler aleminde kaybettiği dolayısıyla sınıfın yok olduğu bir aşamaya girer.

Ancak neyse ki aynı süreç başka bir yapının örgütlü müdahalesine açıktır. Tarihsel olarak işçi sınıfını temsil etme iddiasına sahip olan parti tam bu aşamada sahneye çıkar. İşçi adına işçiyle birlikte siyaset yaparken işçinin sınıfsal konumu ile fikirler dünyasındaki pozisyonu arasındaki açıyı kapatmaya çalışır. Aslında, partinin yaptığı işçileşme sürecini mantıksal sonucuna götürmek, nihayete erdirmek ve sınıfın buharlaştığı aşamanın yerine işçilerin kendisi için bir sınıf olduğu aşamayı koymaktır.

Öyleyse parti yoksa, işçileşmeye müdahale edemiyorsa, işçi sınıfı da siyasal olarak yoktur. İşçi sınıfı ancak parti varsa bir sınıf olarak yeniden kurulabilir. Sınıf hiçbir problemini tek başına çözemez. Bu beklenti işçilere haksızlıktır. Fabrika işçisini kasiyerle, sağlıkçıyı tezgahtarla, mühendisi teknisyenle, emekliyi işsizle yan yana yalnızca parti getirebilir, onlardan bir sınıfı sadece parti yaratabilir.  İşçiyi işçi yapan partisidir. Parti temsil etme iddiasındaki sınıfın oluşmasına müdahale ederken aslında kendi oluşumuna da müdahale eder. Bu anlamda partiyi de parti yapan işçilerdir. Bugün Türkiye işçi sınıfının siyaseten yokluğu ve komünist hareketin güçsüzlüğü aynı sorunun iki farklı yüzüdür ve ayrı ayrı çözülmeleri mümkün değildir.