İşçiliğin cazibesini artırmanın yolları

1 Mayıs sol ve solun en yakınında duran insanların dışında toplumun genelinde bir iz bırakmadı. Kutlamalar ne nicel büyüklük ne de siyasi içerik açısından toplumun geneline seslenemeyecek durumdaydı. Birkaç yıl önceki yasal ve kitlesel Taksim kutlamaları siyasal içeriği zayıf olsa dahi, nicel büyüklüğü ve kutlamanın yapıldığı alan nedeniyle ülkenin siyasi gündemini etkilemişti. O kalabalık sonrasında, Gezi günlerinde, bu defa oldukça güçlü bir siyasi içerikle Taksim'i zorlarken ülkeyi de sarsacaktı. 1 Mayıs günü o alanı dolduranların temel motivasyonunun AKP karşıtlığı olduğu da yine aynı günlerde anlaşılacaktı.

1 Mayıs'ta büyük bir kitleyi Taksim'e taşıyan ne soldu, ne sendikalar, ne de demokratik kitle örgütleri... AKP karşıtlığıyla solun yükselişinin bir ve aynı şey olmadığı da Türkiye'de defalarca ispatlandı. AKP karşıtlığının yükselip sokaklara taşmasının sol adına geriye bıraktığı mirasın ne olduğu tartışmalıdır. Ama en azından solun kitleselliği bağlamında böylesi bir mirastan söz edilemeyeceği açıktır. Demek ki, 1 Mayıs gibi bir günde, büyük bir ağırlıkla solun meydanlara taşıdığı sabit kitleyi çıkardığınızda geriye kalan insanların katılımını ülkenin içinde bulunduğu şartlar belirliyor. Bu gözlemden, doğal olarak, 1 Mayıs'ın ağırlığının artmasının solun örgütsel ve toplumsal gücüyle bağlantılı olduğu sonucu çıkıyor.

İlk bakışta tartışılamayacak kadar doğru ve yalın görünen bu saptamanın önemli çıktıları var. 1 Mayıs, tüm dünyada işçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanıyor. 1 Mayıs işçilerin bayramı ve insanların işçi olmaktan ya da işçilerin yanında olmaktan gurur duyacakları, sınıfsal bir kimliği ve bu kimliğin etrafındaki siyasi ve ideolojik değerleri hatırlayacakları bir gün... Bu kimliğin kendi saf haliyle değil, bu değerlerin etrafında örülen bir mücadele vesilesiyle ortaya çıkacağı da aşikar. Ama bu sınıfsal kimlikten söz etmeden, bu kimlik kendisini hissettirmeden 1 Mayıs konuşmak da gerçekten saçma.

Türkiye'deki 1 Mayıs'lara bakıldığında, katılan kitlenin niceliğinden bağımsız olarak, bu kimliğin alana taşınmasının ve alanda siyasi ve ideolojik olarak üretilmesinin sadece solun sırtına kaldığı açıkça görülüyor. Sendikaların ya da başka örgütlerin kitlesel güçlerinin olmayışına ve alana işçi taşıyamamalarına sıkıştırılabilecek bir tartışma değil bu. Daha büyük bir sorunumuz var... Zaten bunu sol yapar demek de meseleyi çözmüyor. Çünkü solun neyi yapacağını iyi bilmesi gerekiyor. Türkiye 1 Mayıs'ları insana bu ülkede neredeyse bir tane işçinin kalmadığını hissettiriyor. Solun tarihsel bir bilinçle işçi sınıfına öncülük edecek olması başka, sınıfın kendisi için bir sınıf olarak ortaya çıkması başka, üretim sürecinde varolan bir sınıfın neredeyse buharlaşıp ortadan kaybolması ise bambaşka...

 

Türkiye'de işçi olmanın, işçi gibi hissetmenin, işçi gibi davranmanın bir cazibesi yok. Solun en temel değeri, çıkış noktası ve varlık nedeni bu oysa. Solun nereye gerilediği veya geriletildiğini bundan daha iyi hiçbir veri veya gözlem aktaramaz.

Dolayısıyla, en baştan başlamak, işçi olmakla ülkenin ve insanların yaşadığı sorunların arasındaki ilişkiyi kurmak gerekiyor. İşçiliğin cazibesini artırmanın yolu bu ülkenin problemlerini çözebilecek tek kimliğin bu olduğunu göstermekten geçiyor. Sömürü, hırsızlık ve yoksullukla derdin mi var, o halde işçi kimliğine sahip çıkacaksın. ABD ve ortaklarının ülke ve bölgeden defolup gitmesini mi istiyorsun, tek çare bir sınıf olarak hep birlikte hareket etmek. Gericiliğin ve dinselleşmenin büyük bir tehdit olduğunu mu düşünüyorsun, sınıftan yola çıkarak bütünsel bir bakış açısıyla mücadele etmek zorundasın. İşçilik yalnızca gurur duyulacak soyut bir kimlik değil, insanların mutlu ve aydınlık bir ülke kurmaları için gerçek bir anahtar.