İşçi sınıfına güvenin

Binlerce metal işçisi günlerdir direniyor. Türkiye işçi sınıfının çok önemli bir bölmesi böylesi bir kitlesellikle harekete geçiyor ama Türkiye solu hala Syriza'dan hareketle seçim tartışmaya devam ediyor.

Seçim gündemine Türkiye kamuoyunun ortalamasının çok üzerinde bir ilgi gösteren solun ağırlıklı bir bölmesi, metal işçilerinin gündemini takip etmekte geride kalıyor. Oysa metal işçisi günlerdir gerçekten büyük iş yapıyor. Büyük iş yapıldığının farkında olan AKP hükümeti telaşla ne manaya geldiğini artık kimsenin bilmediği milli güvenliği bahane ederek grevi engellemeye çalışıyor.

Grev ve direnişle işçiler Türkiye'de biz buradayız diyorlar. Varlıklarını ve işçi sınıfının varlığının siyaseten ne anlama geldiğini bu grev vesilesiyle hatırlatıyorlar.

Bu hatırlatma metal işçilerinin bugün ne düşündüğünden, siyasal olarak nerede durduklarından bağımsız, nesnel bir hatırlatma aslında. Kapitalizm koşullarında işçi sınıfının nesnel konumlanışının doğal siyasi ve ideolojik çıktısı bunlar. 

Üretimden gelen gücü ve dolayısıyla üretim sürecinin kendisini hatırlatıyorlar örneğin. Kapitalizmi anlamak için incelememiz gereken üretim ilişkilerini, bu her yeri bozuk düzenin bozukluğunun kalbini herkesin gözünün içine sokuyorlar. Bu düzende bir şeyler değişecekse burada değişecek diye bağırıyorlar.

Siyasi bir devrimin ilk amacının bu üretim ilişkilerini değiştirmek, dolayısıyla üretim araçlarının sahipliğinin değişimini sağlamak, şu anda patronların elinde olan tüm araçlara işçi sınıfı adına el koymak olduğunu hatırlatıyorlar mesela. Kapitalizm koşullarında devrimin tanımı budur, bunun dışında başka bir devrimden söz etmek imkansızdır diyorlar.

Çağımızın kapitalizmden sosyalizme geçiş çağı olduğunu hatırlatıyorlar tekrar. Bu geçişte işçi sınıfının merkezi rolü, her türden aşamacı girişimi ve düzeni kendi kuralları içinde yeniden yapılandırmaya dönük tüm adımları mutlak olarak dışlıyor. İşçi sınıfının köklü bir siyasi ve toplumsal dönüşüme öncülük edebilme potansiyeli, böylesi bir öncülük ehliyetini elinde bulundurması çağımızın temel niteliğidir, bunu önemsizleştirme eğiliminde olan bütün girişimlerin yolu kapitalizmin içinde bir yere çıkar diye uyarıyorlar.

Kapitalizmin ve bu düzenin egemen sınıfı olan patronları asla küçümsememek gerektiğini hatırlatıyorlar yine. Bu düzenin kendisini yeniden yapılandırabilme maharetini, patronların aklının az buz bir akıl olmadığını, bu akla karşı sınıfın örgütlü aklının işte bu nedenle önemli olduğunu, örgütlü bir sınıfsal aklın yokluğunda patronların herkesi parmağında oynatabileceğinin altını çiziyorlar.

Varlıklarını ve bunları hatırlatırken, Türkiye işçi sınıfının, Türkiye devriminin ana ve öncü gücü olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Sınıfın pusulası olmadan bu çok basit ve temel gerçekler kolayca unutuluyor.

Kimisi de bunları bilse bile unutmak istiyor.

Çünkü bu bilgiler onu yalnızca umutsuzluğa sevk ediyor. Umutsuzluğunun kaynağında Türkiye işçi sınıfının verili durumu, ama bu verili durumdan daha çok sınıf hakkında günümüz kapitalizminin anlattığı efsanelere inanması yatıyor.

Bu efsanenin merkezinde Türkiye işçi sınıfının AKP tarafından teslim alındığı yanılgısı duruyor. Oysa, AKP'nin, işçiler arasında Türkiye toplumundaki ağırlığının ortalamasından daha büyük bir ağırlığa sahip olduğuna dair bir veri bulunmuyor. AKP, Türkiye'yi ne kadar teslim almışsa, işçi sınıfını da o kadar teslim almış durumda. Bunun yeterince kötü bir tablo olduğu ortada, ancak işçi sınıfı Türkiye için üretilenden daha fazla bir karamsarlığı hak etmiyor.

Üstelik, bu ve benzeri efsanelerin ciddi birer ideolojik enstrümana dönüştüğü Haziran Direnişi sonrasında yapılan tartışmalarda bir kez daha açığa çıktı. Haziran Direnişi'nin kitlesel tabanının farklı sektörlere yayılmış işçilerce oluşturulduğu bu denli barizken, bu veriyi ısrarla görmezden gelmenin ya da bu olgunun üzerini örtme çabasının başka bir açıklaması yok. Türkiye'de siyaset işçi sınıfından kaçırılıyor.

Haziran Direnişi sınıfa dair umutların tazelendiği bir dönemeç olması gerekirken, Türkiye'de siyasete dair başka fantezilerin önünü açıyor. Siyaset işçi sınıfından kaçırıldıkça ve sol buna direnmedikçe örneğin seçim gündemi her şeyin önüne geçebiliyor ya da laiklik ve aydınlanma mücadelesi ile işçi sınıfı arasındaki ilişki bir türlü kurulamıyor. Emek ve zaman isteyen sınıfın tüm bölmelerinin içinde adım adım örgütlenme değil solu iktidara taşıyacağı düşünülen kolaycı ve ortalamacı yollar tercih ediliyor. Üstelik bu yollar siyasi cesaret ve ataklık olarak pazarlanıyor. Ne büyük yanılgı!

Tüm bunlara rağmen, siyaset işçi sınıfından ne kadar kaçırılırsa kaçırılsın, sınıf siyaseti kovalamaya devam ediyor. Metal işçilerinin grevi hiçbir şeyi anlatmıyorsa, sınıfın siyasete dahil olma çabasını anlatıyor.

İşçi sınıfı siyasete dahil olacak. Türkiye solu hesabını buna göre yaparsa, bu amaç doğrultusunda örgütlenirse kazanacak.

Bu yüzyılda, yalnızca Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde, hürriyet, ülkelerin sokaklarında dolaşmaya çıkacaksa, işçi gibi giyinecek, işçi gibi yürüyecek...