Hollandalı bakana o laleleri yediririz

Hayırlı olsun, pratikte Avrupa'ya gidemeyen bir kabineye sahibiz. Uçuş izni iptal edilenler, karayoluyla bir ülkeye giremeyenler, toplantı yapmalarına izin verilmeyenler, hepsi bir arada...

Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı bir Avrupa ülkesine gidemiyor. Aynı bakan telefonda, Hollandalı meslektaşına, “Bert” diyor, “insan gibi söylüyorum” diye devam ediyor “cumartesi görüşelim bari” diye bitiriyor.

Ama orada da duramıyor ve işin bam teline dokunan soruyu yöneltiyor: “Türkiye'nin Dışişleri Bakanı terörist mi?”

Somut cevabı bilmiyoruz, ama dünyada belki bir iki ülke dışında, bu sorunun yanıtının nasıl verildiğini biliyoruz.

Putin'den aktaran da aynı bakan çünkü: “Bizi seven kalmadı ama sizi seven var mı bilmiyorum.”

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun tuhaf bir bakanlık kariyeri olduğu ortada. Moskova'ya giden uçakta Rus büyükelçisinin Ankara'da bir polis tarafından vurulduğu haberini aldıktan sonra “daha ne olabilir” diye düşünüyor ve öyle hareket ediyor olabilir.

Bir kez dibe vurmanın rahatlığı mı bu? Peki biz hak ediyor muyuz bunu?

Sorun Avrupa'ya kafa tutmak değil. Mesele dünyaya meydan okumak da değil. Çünkü Erdoğan ve partisi bunu yapmıyor.

Bu güzel ülke ayağa kalkacaksa başta Almanya olmak üzere Avrupa'ya kafa tutarak, dünyaya meydan okuyarak ayağa kalkacak. Bunun başka yolu olmadığını Türkiye'de sol bir önceki yüzyılın başından bu yana söylüyor.

Avrupa'yla hesaplaşmak değil, Erdoğan'ın kendisi, Erdoğan'ın gerici partisi yanlış.

AKP de Avrupa'yla hesaplaşmıyor zaten. Referandum öncesinde Türkiye seçmeninin en pespaye milliyetçilik duygularına seslenirken diğer tarafta Avrupa'yla pazarlık yapıyor. Aynı pespayeliğin öbür yüzü olan paraya tapmak nedeniyle bu tarz manevraların o tabanda ters tepebileceğini de hesaplamıyor üstelik.

AKP, dünya kapitalist sisteminde oluşan boşluğun farkında ve ABD ile Avrupa arasındaki ilişkinin karmakarışık olduğunu da görüyor belli ki. Rusya'nın farklı bir şekilde oynadığı gerilimi kaşımak için çapının yetmeyeceğini düşünemiyor ama.

Dahası Almanya'ya Nazi geçmişini hatırlatmak, cumhuriyet tarihinin en faşizan dönemlerinden birisinin altına imzasını atan bir siyasetçiye mi kaldı? Aynı siyasetçinin bu gerici ve faşizan siyaseti ülke sınırları dışına taşımaktaki heveskarlığı uluslararası bir suç dosyasını aralıksız kabartırken insanın aklına yine Naziler ve maceranın sembolik olarak noktalandığı Nuremberg şehri geliyor.

Türkiye bir gün Avrupa'yla hesaplaşacak. Sosyalist Türkiye ve müttefikleri emperyalistlerin kapatılmamış hesaplarını da masaya getirmekten çekinmeyecek.

Sol kendi iktidarında tüm bunları yapabilecek çünkü başta Almanya olmak üzere Avrupalı emperyalistlerin bu ülkenin iktisadının üzerinde dolaşan karanlık ellerinin hepsini kesecek. Bunları yapabilecek çünkü Avrupa'nın memleketimizin doğal kaynak ve insan gücünün üzerindeki tahakküm zinciri kırılacak. Sol bunları yapabilecek çünkü ülkeyi yöneten insanlar Avrupa'nın gerici ve emperyalist güçleriyle hiçbir ilişki kurmayacak, onlarla masaya yalnızca kavga etmek için oturacak.

Sol bunları yapabilecek çünkü doğası gereği, sınıfsal reflekslerinden ötürü emperyalizmle işbirliği yapacak yerli patronların kolunu kanadını kıracak, onları mülksüzleştirecek. Sol bunları yapabilecek çünkü patronun Almanya'ya bakanı, ABD'den feyz alanı, Körfez sermayesinden nemalananı, Rusya'dan iş kovalayanı arasında bir fark olmadığını bilecek. Patronun “milli”sini aramayıp, gerçek anlamda Türkiyeli tek sınıfa, işçilere sırtını dayayacağı için sol bunları yapabilecek.

AKP'nin dışişleri bakanı “laleleri görmeye gelsin” diyen Avrupalı'ya meyhanede konuşur gibi sesleniyor olabilir.

Gerçekten biz bu kadar çaresiz değiliz.

Sosyalist Türkiye'nin dışişleri bakanının böyle bir laf duyduğunda o laleleri Avrupalı'ya yedireceğini herkes bilsin. AKP'den farklı olarak bizim yedirebilecek gücümüz olacak, gücümüz bağımsızlığımızdan ve sırtımızı dayadığımız işçi sınıfından gelecek çünkü.