Herkes önce kendisine acısın

Yakın zamanda yayınlanan bir araştırmaya göre dünyadaki köle sayısı geçen yıl 10 milyon artarak 46 milyona çıkmış. Benzer araştırmalar farklı kuruluşlar tarafından da yapılıyor ve genelde bu çalışmalarda modern kölelik diye bir tarif kullanılıyor.

Oysa bugünkü kölelikle iki yüz yıl önceki kölelik arasında sömürü ilişkisi açısından bakıldığında hiçbir fark bulunmuyor. Her ikisinde de insan iktisadi olmayan bir zora tabi tutuluyor ve şiddet, tehdit, işkence gibi yollar kullanılarak çalıştırılarak emeğine el konuyor.

Dolayısıyla bugün tanık olduğumuz kölelik bu anlamda modern değil. Bu ve benzer çalışmalar modernliği yanlış yerde arıyorlar. İlk bakışta dikkat çekecek bir husus olan devletlerin köleliğe göz yumması, buna dolaylı veya açıktan göz yumması da değil mesele. Asıl önemlisi, düzenin birisi kapitalizm öncesine ait olmak üzere iki farklı üretim ilişkisinin, köleliğin ve ücretli emekçiliğin yan yana yaşayabilmesinin koşullarını yaratması ve köleliğin kendisinden daha gelişkin bir üretim tarzına eklemlenmesinin ve yaşamasının yollarının bizzat hakim sınıf tarafından gösterilmesi.

Kölelik var ve yaşıyor çünkü kölelikle ücretli emekçilik arasındaki geçiş bölgesi hiç daralmıyor.

Modern olan tam da bu. Tarlada zorla karın tokluğuna çalışan köleyle asgari ücretle çalışan işçinin arasında günlüğü 20 liraya ahır temizlemek zorunda kalan Suriyeli bir göçmen duruyor. İnsanlık dışı koşullarda korkunç bir sömürüye tabi tutulan ama bunun karşılığında ücret alan ve köleliğin tersine işi bırakmakta ve emeğini başka bir yerde satmakta özgür olan milyonlarca emekçi var.

Çocuklar ve kadınlar... Zor ve şiddet kullanılarak çalıştırılmıyorlar, emeklerini neredeyse yok pahasına satıyorlar; ama satıyorlar ve bir ücret alıyorlar. Köle değiller ve kölelikle ilgili hazırlanan raporlara girmiyorlar. İşçiler ancak işçi sınıfının uzun ve zorlu mücadeleler sonucu elde ettiği tüm haklardan yoksunlar ve bu nedenle varlıkları patronların daha fazla kazanmasını sağlarken kendilerinden de kötü kölelik koşullarında çalışan insanların varlığının nesnel koşullarını oluşturuyor.

İşçi sınıfının ücret ve çalışma koşulları açısından muazzam farklılıklar içeren yapısı sınıfı bölmeye hizmet ederken köleliğe kadar uzanabilen sömürü koşullarının yaratılmasını hem meşrulaştırıyor hem de mümkün kılıyor. Ücretli köleliğin farklı biçimleri, köleliğin ücretli köleliğe eklemlenmesinin yolunu açıyor.

Bu tablonun bir tane kazananı bir de kazandığını sananları var. Kazananlar açık olsa gerek. Sömürenlerin tarafında olanlar bu çeşitlilikten azami fayda sağlıyorlar.

Kazandığını sananlar ise işçi sınıfının değişken yapısı içinde bir hiyerarşi tanımlanacaksa bunun tepesinde duranlar. Görece iyi kazanan ya da rahat çalışma koşullarında emeklerini satanlar.

Kölelere ya da çok zor koşullarda ekmeğinin peşine düşen emekçilere bakıp kazandıklarını sanıyor olabilirler. Zaman zaman vicdanlarını dinleyip üzülüyorlardır da...

Ama kaybettikleri yer de tam burası işte. Başkalarına bakıp içinde olduğu koşulları görmediklerinde, şık veya rahat giysilerle bilgisayar başına oturup akıllı telefonlarla konuştukları için patronun iki dudağı arasında tanımlanabilecek esaretlerini fark edemediklerinde, kendilerinin de bu düzen içinde bir tür ücretli köle olduğunu unuttuklarında kaybediyorlar.

İşçi sınıfı içinde bu anlamda kimsenin bir diğerinin vicdanına ihtiyacı yok. Herkes kendi konumunu doğru yorumlasın, başlangıç için haydi haydi yeter.