Gericiliği satın almak

Türkiye'de dinci gericiliğin asıl yükselişi AKP iktidarının öncesinde değil, AKP'nin iktidara yerleşmesinden sonra oldu. Başka bir deyişle, AKP'yi iktidara taşıyan asıl dinamik dinci gericiliğin toplumsal gücü değildi.

12 Eylül faşist darbesinden sonra ülkede dinci gericilik uluslararası kapitalist sistemin tercihleri doğrultusunda düzenli olarak yükselme eğilimindeydi. Bu eğilime direnecek tek güç olan sol hem fiziki hem de ideolojik olarak baskı altındaydı. MSP zamanında yetişen kadrolara, bu dönemde ortaya çıkanlar da eklenince, gericilik önemli ölçüde kadro da biriktirmişti. Hareketin toplumsal bir karşılığı olduğu seçimlerde elde edilen başarılardan görülüyordu. Tüm bunlara, yaşanan ağır ekonomik ve siyasi kriz neticesinde Türkiye'de burjuva siyasetinin dağılması eklenince, AKP tek başına iktidara gelmeyi başardı.

Ama yine de 2002 seçimleri öncesindeki Türkiye için başat toplumsal gücün dinci gericilik olduğu iddiası gerçek dışıdır. AKP, aslında hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde, asıl toplumsal gücünü, iktidara gelişinden sonra oluşturdu.

Bu süreç, Türkiye'de dinci gericiliğin dinamiklerini anlamak açısından en az AKP'yi iktidara taşıyan süreç kadar önemlidir. Hem uluslararası konjonktür hem de ülkenin içinde bulunduğu koşullar dinci gericiliğin toplumsal tabanının yayılması ve konsolide olması açısından uygundu. AKP, bu tablodan iki açıdan faydalandı.

Birincisi AKP ağır bir krizden çıkan memleketin genel “değişim” taleplerine ideolojik olarak liberal bir karşılık üretirken bu talepleri siyasi ve toplumsal yapının dinselleştirmesine paralel bir rotaya oturttu, ya da dinselleşmenin doğrudan bir parçası haline getirdi. Dinselleştirme, kimi zaman “demokratikleşme”, kimi zaman “askeri vesayetten kurtulma”, bazen de “toplumsal yaşamın özgürleştirilmesi” başlığı altında adım adım ilerledi.

İkincisi AKP ekonomik olarak ortaya çıkan değeri paylaştırırken, hem geleneksel sermaye sınıfının önemli bir kesimini memnun etti, hem kendi sermayedarlarını yarattı, hem de Türkiye'de dinci gericiliğin geleneksel olarak yaslandığı ticaret erbabı veya esnafla karakterize olan orta sınıfı başkalarını da düzenin nimetlerinden faydalandırıp çeşitlendirerek genişletti. Bu orta sınıfın etrafına lümpen veya deklase karakterde de olsa emekçi nitelikli bir kesim yerleşti ve AKP böylece kendi toplumsal piramidini ekonomik açıdan oluşturdu.

Sistemin nimetlerinden elbette en çok piramidin tepesindeki gerici patronlar faydalanıyordu. Patronların nasıl kazandığı ya da varoşlarda ve Anadolu kasabalarında kurulan yardım mekanizmaları herkesin malumuydu. Ancak iş burada bitmiyor, AKP'li bir mühendis, AKP karşıtı bir mühendisten daha fazla kazanırken, AKP'li öğretmen istediği okula hızlıca atanıyor, AKP'li olmak hem kamuda hem de özel şirketlerde terfi sürecini hızlandırıyordu. Cuma namazını müdürünün hemen yanı başında kılan çalışanın iş garantisi vardı, oruç tuttuğunu herkese göstermek ve toplu iftarlara katılmak hem daha rahat bir çalışma ortamı, hem de ikramiye döneminde yüksek prim demekti.

AKP'nin kendi sermayedarlarını yaratması hep daha çok dikkat çekse de, AKP'nin kendi orta ve diğer sınıflarını yaratması en az ilki kadar önemlidir. AKP, bu vesileyle, çalışan kesimler içinde, devlet kademelerinde ve hatta beyaz yakalılar arasında da gücünü artırdı.

Bu genişleme tıpkı burjuva yaratma sürecinde olduğu gibi yalnızca ideolojik bir operasyon olarak görülemez dinci gericiliğin toplumsal tabanını oluşturma operasyonu adlı adınca bir satın alma sürecidir.

AKP, dinci gericiliğin toplumsal tabanının önemli bir bölümünü parasını ödeyerek satın aldı. Şimdi dertleri bu kaynak aktarımının sürekliliğini sağlamak... Erdoğan ve ekibi, ekonomiye bakarken, genel olarak burjuvaziyi ve özel olarak kendi yarattıkları sermayedarları kollamıyor, bu aktarımı da sürekli kılmaya çalışıyor.

Satın alınan bu kesimlerin ideolojik olarak dinci gericiliğe bağlanması da sürüyor. Dinci gericiliğin toplumsal tabanı ekonomik olarak değil esasında ideolojik olarak konsolide ediliyor. İktisadi olanla başlayan süreç ideolojik olanla noktalanıyor.

Bu bağlamda solun dinci gericilikle mücadele ederken ilkini ihmal etmemesi gerekiyor. Dinci gericiliğin orada zayıf bir karnı var. Parayla olan ilişki deşifre edildikçe ne denli agresifleştiklerini, konuyu ısrarla ideolojik başlıklara çekmeye çalıştıklarını hatırlayalım.

Sol, ideolojik alanda dinci gericiliği cepheden karşıya alacak elbette.

Ama bu ideolojik mücadelede güçlenmenin bir yolu da ekonomik olana yüklenmek, dinci gericiliğin parayla olan ilişkisini ortaya çıkarmak... Üstelik, bunu toplumun tüm kesimlerini içine alacak şekilde yapmak...

AKP kadrolarının ve dinci gericiliğin büyük patronlarının yolsuzluklarının üzerine gitmek bu mücadelenin yalnızca bir parçası olabilir. Sol, bugün çok daha fazlasını yapabilecek durumda. Türkiye'de dinci gericiliğin satın aldığı tüm toplumsal kesimlerin girdiği ekonomik ilişkilerin hepsinin üzerine cesaretle gidebilir, toplumu bu eksen üzerinden taraflaştırmayı deneyebiliriz.

Zaten ezilirken AKP karşıtı olduğu için daha çok ezilen, zaten sömürülürken AKP karşıtlığından dolayı daha fazla sömürülenlerin sayısı hiç az değil... Her insanın bir fiyatı olmadığı gibi insanlık henüz bitmedi, bu ülkede dinci gericilik herkesi satın almayı başaramadı.