Erdoğansız bir AKP mümkün mü?

Erdoğan mı ömrünü doldurdu? Yoksa AKP mi?

Bu iki sorunun ve yanıtının aynı olmadığının farkında mıyız?

İki soru farklıysa, başka bir soruyu daha kurgulamak zorunlu görünüyor. Peki Erdoğansız bir AKP'nin yola devam etmesi mümkün mü?

AKP, artık herkesin malumu olduğu üzere bir proje partisidir. Kuruluşunun nasıl gerçekleştiğine dair yıllar sonra yapılan açıklamalar, AKP'ye dair yapılan gözlemleri sadece doğruladı, yeni bir veriyi ya da bilgiyi açığa çıkarmadı. Batılı güçlerin bu partinin kuruluşunda doğrudan rol oynadıklarını öğrenmek için Ali Bulaç veya Abdurrahman Dilipak'ın ifşaatlarını beklemeye gerek yoktu. AKP'nin siyasi pratiği öyle olmasını gerektiriyordu.

Ancak, AKP pek çok açıdan bir projeyi, hatta kendisi için çizilen çerçeveyi aştı. Bunun Türkiyeli patronlar ya da uluslararası sermaye için beklenmedik ama tatlı bir sürpriz olduğu aşikar. Şu hiç gözden kaçmasın, AKP başaramayabilirdi, ya da AKP yerli ve yabancı tekeller adına bugüne kadar yaptıklarının hepsini yapamayabilirdi de... Ama ne acı, AKP başardı.

AKP projesinin en önemli bileşeni ise bizzat Erdoğan'ın kendisiydi ve bir başarıdan söz edilecekse en büyük pay onundur. AKP koalisyonu daha en baştan Erdoğan'ın etrafında kurulmamıştı, ama Erdoğan bu koalisyonu ve dolayısıyla projeyi bir arada tutan karizmatik bir figürdü. Erdoğan'ın liderlikte sergilediği performans arttıkça, koalisyon Erdoğan'a daha fazla tabi olmaya başladı ve bir noktadan sonra kaçınılmaz olan gerçekleşti: AKP ile Erdoğan eşitlendi. Türkiye tarihinin en örgütlü burjuva partisi olan AKP'nin örgütü dahi aslında tipik bir faşist parti tipi örgütlenmeydi. Karizmatik ve güçlü bir liderin arkasında mutlak bir itaati esas alan akıl dışı bir örgütlenme biçimi... AKP'nin büyük yalanlarının örgütsel olarak bu denli kolay taşınmasının nedeni de işte bu örgütlenme biçimidir. Ancak aynı örgütlenme biçiminin ne kadar kırılgan olduğu da tarihsel bir gerçektir.

AKP ile Erdoğan'ın eşitlenmesi, hem bir koalisyonun dağılması, hem de Erdoğan'ın yalnızlaşması anlamına gelir. AKP ve Erdoğan işte şimdi tam bu noktada...

Operasyonel sağ kolu olan Fidan'ın kendisini terk etmesini önleyemeyen ve bu olayın hakkında hiç durmadan sızlanan; daha önce cumhurbaşkanlığına taşıdığı bir figürle neredeyse hiç konuşmayan; kendi deyimiyle “başbakanına” aralıksız bağırıp çağıran ve onu kabinede başka adamlarıyla devamlı kontrol etme ihtiyacı duyan; ekonomi kurmaylarına söz geçiremeyen; ak saçlı hükümet sözcüsünü yalanlamaktan bıkmayan; projeye beraber başladıkları bir başka örgütlü yapıyla, cemaatle ölümüne kavga eden bir lider... Üstelik ve en önemlisi projenin mimarlarının, emperyalizmin desteğini yalnızca emperyalizm için zorunlu olan hallerde alan bir lider.

Ortada belli ki bir koalisyon yok artık. Erdoğan çok yalnız ve yalnızlığın güçsüzlüğe dönüşmemesi için her cephede mücadele ediyor. Erdoğan'ın buna yetmesi mümkün değil çünkü konu artık Erdoğan'la ilgili değil ve bireyin siyasetteki rolünün teorik sınırlarından söz ediyoruz.

Tam bu noktada Erdoğansız bir AKP mümkün mü sorusunu tekrar kurgulayabiliriz; bu koşullarda AKP Erdoğansız bir şekilde yeniden yapılandırılabilir mi?

Teorik olarak elbette evet. Kimse yerli ve yabancı tekellerin bu denli güç kaybettiklerini düşünmüyor galiba.

Ama bir sorun var, bu hiç kolay görünmüyor. Evet Erdoğan buna direnecek ve bu ciddi bir engel, ama tek engel bu değil...

Daha önemlisi, teorik olarak mümkün olanın, diğer bir olasılığı dışlamaması: Erdoğan ve partinin birbirine eşitlenmesi geriye çevrilemez bir süreç olabilir. Erdoğan'ın kendisiyle beraber AKP'yi de bir tasfiyeye doğru sürüklemesine Türkiye siyasetinin hazır olmadığına dair işaretler var.

Siyasetin düzen içi restorasyonu hiçbir zaman tek yönlü gerçekleşmez. Üstelik Türkiye gibi bir ülkede sağın hesaba katılmadığı bir yeniden yapılanma düşünülemez. Düzenin solu hakkında ne düşünüldüğüne dair çok fazla ipucu var, ama ya düzenin sağı...

AKP'deki bitmek bilmeyen türbülans bu sorunun yanıtlanmadığını gösteriyor.

Erdoğansız AKP kurgusu bir türlü yapılamıyor ve o nedenle herkesin ama en çok AKP'lilerin beklediği AKP için bir tahliye planı oluşturulamıyor.

Bekleyiş korkuyu artırıyor. Bu tahliye planı düzenin genelini ilgilendirdiğinden korku bulaşıcı bir hal alıyor ve düzenle bir şekilde bağı olan herkes korkuyor. Belirsizlik korkusu arttıkça ve düzenin çözülme riski yükseldikçe, kimisi Erdoğan'a daha çok sarılırken, kimisi de Erdoğansız bir AKP formülüne yaklaşıyor. Birincisinin bu saatten sonra bir meşruiyet şansı yok, ama Erdoğansız bir AKP'nin kurulması için ikna edilmesi gereken yalnızca AKP'liler değil ve bu nedenle ikincisinin meşruiyetinin artmasında rahatsız edici bir yan var.

Erdoğan'ı harcayarak sağı kurtarmak için ısrar edecekler ve bunun düzenin solunda da alıcısı olduğu görülüyor. Erdoğansız AKP formülü bir anlamda düzenin solunun yeniden yapılanmasıyla benzer anlamı taşıyor ve aynı yere çıkıyor.

Bizse, Erdoğan'ın gitmesine itiraz edecek kadar delirmedik henüz. Erdoğan uzun diktatörlüğü boyunca hepimizi delirtmiş olabilir, ama bu adam yanacaksa memleket de yansın noktasında da değiliz.

Memleket niye yansın, önce Erdoğan yanacak. Üstelik, Erdoğan yanarken, fabrikada, okulda, sokakta onu yakan ateşe odun atmaktan da keyif alacağız. Ancak o ateşi harlarken Erdoğansız bir ülkenin nasıl kurulduğunu da gözden kaçırmayacağız. Erdoğan'ın yollarken, Erdoğansız Türkiye'nin eskisinden de beter bir yer olmaması için mücadele edeceğiz.

Bunu yapmanın tek yolu ise ehveni şere, yeni bir ambalaj içinde sunulacak sağa da sola da karşı mücadele etmek. Türkiye'nin gittiği yerde ikisinin aynı anlama gelmesine kimse şaşırmasın...