Erdoğan'ı kesin olarak yenmek için

AKP ve Erdoğan kaybediyor. Ama AKP'yi ve Erdoğan'ı, onun muhalefeti olarak görülen Kılıçdaroğlu ve Akşener'i üreten, paranın hakimiyetine dayalı bu düzen, zenginlerin düzeni kaybetmiyor. Onlar kaybetmeyince, AKP ve Erdoğan'ın kaybetmesine rağmen, birilerinin iddia ettiğinin aksine, biz, Türkiye'nin geniş emekçi kesimleri olarak kazanamıyoruz.

Üstelik, biz kaybettiğimiz, patronlar ve onların düzeni kazandığı için, Erdoğan ve AKP'nin bile kaybetmesine garanti gözüyle bakılamıyor. Kural böyle çünkü. Düzen kendi çocuğuna her an yeniden ihtiyaç duyabiliyor.

Türkiye büyük bir ülke. Türkiye'de şu anda işleyen düzenin de hafife alınabilir yapısı yok. Hangi kriterle bakarsanız bakın, bu ülke, dünya üzerinde önemli bir yerde duruyor. Bu önem nedeniyle gözden çıkarılamayan bir memleketi yönetenler, aynı önem nedeniyle bazen önlerinin açıldığını, bazen de tıkandığını görebiliyorlar.

Bu sebeple geçmişte çokça örneğini gördüğümüz gibi Erdoğan'a hayat öpücüğü verilme ihtimali hiç ortadan kalkmıyor mesela.

Ya da örneğin ABD ve müttefikleri, Sarraf davasıyla, sızdırılan belgelerle, örtük iktisadi yaptırımlarla AKP'nin üzerine gelirken, Ortadoğu'da Türkiye'yle işbirliği yapmak için adım atabiliyorlar.

AKP'nin Suriye politikası gerçek anlamda çökmüşken, bu çöküş yalnızca Erdoğan ve arkadaşlarını değil ABD'yi de gayet olumsuz etkilemişken, ABD ile Türkiye ilişkileri en zorlu dönemine girmişken, hâlâ başka sinyallerin de gözlenebiliyor olmasının tek bir anlamı var; tüm dünya Türkiye kapitalizminin etkisinin bölgeden silinemeyeceğini biliyor. Bunun nedeni son zamanlarda ABD'li yetkililer veya dış basındaki uzmanların dillendirdiği gibi sadece "coğrafya" değil. Coğrafya, başka bir belirleyenin kendisini somutladığı bir ara yüzey sadece. Sebep askeri başarılar veya AKP'nin esnek, oynak ve fırsatçı dış politikası da olamaz. Tam tersine... Bunların başarısız olmasına rağmen, Türkiye bölgesel varlığını sürdürüyorsa bunu temelde sermaye sınıfının gelişkinliğine borçlu.

Bütün bu olgular Türkiye'nin AKP döneminde dışa daha bağımlı bir ülke haline gelmesiyle de çelişmiyor. Hatta gayet uyumlu görünüyor. Hem uluslararası tekeller hem de Türkiye sermayesi bu bağlantıları ve bağımlılık ilişkisini karşılıklı olarak pek güzel kullanıyorlar. Unutulmasın, bağımlılık esas olarak patronlar için değil halk için bir sorun.

Bu ülkenin AKP'lilerin iddia ettiği kadar güçlü bir ekonomisi yok elbette. Üstelik şu anda sıcağı sıcağına gözlendiği gibi krizlere karşı oldukça kırılgan ve kalıcı sorunlara sahip bir yapı bu. Ama Türkiye tek kaynağa bakan basit bir petrol ekonomisi de değil. Tüm dış bağımlılığına karşın bu ülke kendi ölçeğinde mal ve hizmet üreterek, kalabalık denebilecek nüfusunun da etkisiyle dünyanın büyük ekonomilerinden birisi haline gelmiş. Bu büyüklüğün günlük yaşantımızda bize olumlu bir etkisi olmasa da, pastadan asıl payı alanlar bu hacmin hem keyfini sürüyorlar hem de bu hacimden gelen gücü kullanıyorlar.

Türkiye'deki sermaye sınıfı, yani patronlar bu nedenle gelişkin ve güçlü bir sınıf.

Bu gelişkinliğin hem dışarıda hem içeride oldukça önemli sonuçları var. AKP'nin Türkiye'ye dayattığı dönüşümün sınırlarını patronların ve onların düzeninin beklentileri çiziyor mesela. İlk anda tahmin edileceği gibi AKP'yi iyi anlamda sınırlayan bir gelişkinlik değil bu. Patronların laikliği, cumhuriyet değerlerini zerre kadar umursamadığını defalarca gördük. İslami bir tonla yürüyen değişimin sınırları bu sınıf tarafından belirlenen bir modernizmle değil, basbayağı piyasaya ait kurallarca çiziliyor. İktisadi olarak AKP'nin bu düzenin kurallarına karşı koyması elbette imkansız ama Erdoğan ve arkadaşları dünya tarafından standartlaştırılmış bazı uygulamaları da geriye çeviremiyorlar. Borsayı tasfiye etmek düşünülmüyor bile ya da birtakım düzenleyici kurumlar bir şekilde varlığını sürdürüyor veya İslami bir pazar ve bankacılık modeli ancak söylemsel düzeyde karşılık buluyor. Tüm bunlar, sömürü, talan ve yağmanın tüm hızıyla devam etmesiyle birbirini bütünlüyor.

Bu ülkenin efendilerinin huzuru kaçmadıkça, AKP kaybetse dahi biz bir şey kazanmıyoruz. Patronlar kazanmaya devam ediyor ve patronlar kazandıkça Erdoğan bile ihtiyaç duyulduğunda tekrar kazanır hale gelebiliyor.

Gerçek bu... Ama şimdilik...

Şimdilik gerçek bu çünkü sermaye sınıfının gelişkinliği, Türkiye'yi dünya düzeni açısından önemli ve gözden çıkarılamayan bir ülke yapan bu maddi altyapının başka sonuçları da var.

Türkiye bölgenin en geniş gelişkin, kentli, eğitimli emekçi sınıfına sahip ülke. Üstelik patronların zenginliği ve gücü, düzenin yapısal sorunlarını gidermiyor, krizleri kendi başına çözmüyor. Türkiye hâlâ siyasi ve iktisadi açıdan kırılgan bir krizler ülkesi.

Yerli ve yabancı tekellerin üzerine titrediği bu düzen işte bu nedenlerle, şimdilik ne kadar güçlü görünürse görünsün yıkılabilir bir düzen.

Erdoğan ve AKP gerçekten kaybetsin istiyorsak bizim kazanmamız lazım. Bizim kazanmamız içinse düzenin başındaki patronların kaybetmesi...

Madem ki patronlara bu gücü veren düzen, bizim kazanmamız için de bir fırsat sunuyor. Neden denemiyoruz?