En iyi Suriyeli...

Erdoğan'ın bu hafta Avrupalı liderlerle kapalı kapılar ardında yaptığı toplantılarda göçmen konusunu masaya getirdiğini tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Çünkü AKP lideri bunu yalnızca ikili görüşmelerde yapmıyor ve basının önüne her çıktığında Avrupalı liderleri Türkiye'deki göçmen ve mültecilerle tehdit ediyor.

Bu konudaki kesin rakamlara ulaşmak mümkün değil ve bürokratı, siyasetçisi ve patronuyla kimse net rakamları bilmek istemiyor. Çünkü herkes bu belirsizlik ve kayıtdışılıktan memnun.

Ancak Türkiye'de büyük çoğunluğu Suriyeli olmak üzere 4 milyona yakın mülteci ve göçmenin yaşadığı tahmin ediliyor. Küçük bir Avrupa ülkesinin değil, Türkiye gibi bir ülkenin dahi demografisini değiştirebilecek bir rakamdan bahsediyoruz. Türkiye'de artık bir göçmen gerçeği var ve Erdoğan'ın bu olguyu bir dış politika aracı olarak kullanması gayet doğal.

Ama bu durum, Türkiye'deki göçmen gerçeğinin sonuçlarından yalnızca bir tanesi...

AKP liderliğindeki Türkiye, sınır ötesinde bir maceraya atıldığında, sürecin insanları yerinden edecek bir noktaya doğru evrilebileceğini tahmin ediyordu. Tarih bunun örnekleri ile doluydu ve yıllar önce çok daha küçük ölçeklisi Irak özelinde Türkiye'nin de başına gelmişti. Elbette AKP'nin plan ve vizyonu başkaydı. Bu plana göre Suriye'de dengeler hızlıca değişecek, Esad gönderilecek ve başka bir düzen tesis edilecekti. Bunların hiçbiri gerçekleşmedi ama Türkiye değişen koşullara uyum sağlarken artan Suriyeli göçünden faydalanmaya başladı. Böylesine büyük bir göç beklenmiyordu belki ancak Türkiye'deki toplumsal düzen bu akışı kendi çıkarına kullanabilecek kadar da güçlüydü.

Göçmen işçi istihdamı veya dışarıdan ihtiyaca göre ucuz veya nitelikli emek ithalatı Batılı örneklerde görüldüğü gibi kapitalizmin gelişimi sırasında tanık olunan bir evreydi. Türkiye de bu olguyla kitlesel olarak Suriye'de yaşananlar vesilesiyle tanıştı.

Türkiye kapitalizmi krizi ve sermaye birikiminde yaşanan tıkanmayı aşmanın yollarından birisi olarak gördüğü için sınır ötesinde bir arayışa girişmişti. Bu arayışın bir sonucu olarak ortaya çıkan göçmen akını da şimdi krizi yönetmek için kullanılan araçlardan birisine dönüşüyordu. Patronu ve siyasetçisiyle AKP Türkiyesi bunu bir fırsat olarak gördü...

Bu düzende krizden çıkış için ücretleri düşürüp sömürüyü artırmak bir zorunluluk. Bugün Türkiye'de çalışan tahminen 1,5 milyon Suriyeli emekçinin aldığı ortalama ücreti ise konuşmaya dahi gerek yok. Yaklaşık yüzde 90'ı kayıtsız çalışan bu insanların çalışma koşulları o kadar kötü ki, işyerinde çalışırken bir cinayete kurban gittiklerinde kimlikleri dahi tespit edilemiyor. Bu kanunsuzluk ve kayıtdışılığın bizzat kanun haline gelmesinin en güzel örneği, tarım sektöründe valilikten alınan belgeyle kayıtdışı işçi çalıştırılabilmesi.

En iyi Suriyeli, ölümüne, kölelik koşullarında çalışan Suriyeli... Hiçbir güvencesi olmayan, patronun iki dudağı arasında yaşayan bu insanlar bu yüzyılın patronlar açısından en ideal işçileri.

Üstelik bu şekilde çalıştırılabilen Suriyeli emekçiler, işçi sınıfının kalan bölmelerinin çalışma koşullarını kötüleştirmek için patronlar tarafından bir tehdit unsuru olarak da kullanılıyor. Son araştırmalar kriz koşullarında ücretlerin düşeceği konusundaki beklentileri somut olarak doğruluyor. Kayıtdışı ve çok düşük ücretlerle çalıştırılan Suriyeli emekçilerin varlığı, genel olarak emekçilerin ücretlerindeki düşüşü sağlarken patronların işini kolaylaştırıyor.

İşçi sınıfı içindeki bu gerilimin siyasetçiler tarafından gerici ve milliyetçi ideolojilerin yükseltilmesi için kolaylıkla kullanabilmesi ise bu vahim tabloyu tamamlıyor. Türkiyeli emekçiler, Suriyeli sınıfdaşlarına karşı kışkırtılıyor.

Bu olguların hiçbiri Türkiye'ye özgü değil aslında. Göçmen ve mülteci emeği başta Batılı ülkeler olmak üzere tüm dünyada emeğe ödenen ücreti düşürmek, çalışma koşullarını kötüleştirmek ve sınıfı gerici ve milliyetçi ideolojilerle bölmek için kullanılan bir araç. Göçmenlik ve mültecilik olgusundan faydalananlar, bundan çıkar sağlayanlar her yerde bu problemi bizzat yaratan insanlar. Bedeli ödeyenler ise tüm dünyada göçmeni, yerlisi fark etmeden emekçiler... Türkiye'de de gerçekleşen tam olarak bu.

Emekçilere yönelik bu korkunç saldırıya direnmenin tek yolu birlikte örgütlenip hep beraber mücadele etmek. Sorunlar ortak demek bile bir noktadan sonra saçma, çünkü aynı ülkede, aynı patronlar için çalışarak aynı sınıfın bir parçası olmuş insanların sorunları elbette ortak. Türkiye'de tek bir emekçi sınıf var ve Türkiye işçi sınıfı zorlukları aşmak için ne yapacaksa birlikte yapacak.