Bu eksen hangi eksen?

Türkiye’nin ekseni kayıyor mu? Bugünlerde nereye baksak karşımıza aynı soru çıkıyor. Güneydoğu’da yaşanan çatışmalar da güncel soruyu değiştirmedi aslında. Çünkü Kürt sorunu etrafındaki tartışma da, kolayca eksen tartışmasına bağlanıveriyor. İster AKP’li olsun, isterse muhalif, herkes sıcak çatışmaların sayısının artmasını da eksen tartışmasıyla ilişkilendiriyor.

Esasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana belirleyici bir ekseni var. Bu ülke kapitalist bir ülke, bu ülkeyi patronlar yönetiyor, dolayısıyla, ülkenin doğrultusunu da sermayedarlar belirliyor. Bu genel doğruların bir kez daha altını çizmekte fayda var çünkü bazen güncel sorunlarla cebelleşirken bu genel ama belirleyici veriler atlanabiliyor.

Türkiye’nin son dönem içinden geçtiği büyük dönüşüm kapitalizmle ve bu temel eksenle ilgili bir dönüşüm değil. Ancak kapitalist Türkiye’nin yola nasıl devam edeceğine dair önemli verilerin ortaya çıktığı bir dönemden geçtiğimize hiç şüphe yok. Türkiye başka bir ülke olma yolunda hızla ilerliyor. Öncesinde Türkiye’nin artık eski haliyle varolamayacağını söylüyorduk, bugün ise bununla yetinemeyeceğimiz artık ortada. Çünkü Türkiye bu aşamayı çoktan geride bırakmış görünüyor. Şimdi bu yeni ülkenin nereye doğru gittiğine kafa yormalı, bu gidişata nasıl müdahale edebileceğimizi düşünmeliyiz.

Uzun süredir işaret ettiğimiz bu dönüşümün, Türkiye’nin somut dış politikasında yansımalarının olmayacağını düşünmek son derece yanlış olurdu. Üstelik bu dönüşümün temel motorunun dış dinamikler olduğunu saptamışken. Dış politika alanında yaşanan gelişmeler kimilerini şaşırtıyor olabilir, ama bizleri şaşırtmamalı.

Ancak son yaşadığımız gelişmelere baktığımızda dikkatle üzerinde durmamız gereken bir nokta açığa çıkıyor. Bu dönüşümün emperyalizmin Türkiye’yi yönlendirdiği bir rotada ilerlediğini söylerken, bugün karşımıza çıkan tablo, acaba bu dönüşümün mantığına aykırı mı? Bu son derece geçerli bir sorudur.

Biz bu sürecin sonunda daha bağımlı, emperyalizm tarafından daha kolay yönlendirilebilir, tamamen teslim alınmış bir ülkenin ortaya çıkacağını öngörüyorduk. Peki şimdi Türkiye, daha bağımsız, emperyalizme meydan okuyabilen, teslimiyetten uzak onurlu bir ülke mi? Bunun böyle olduğunu, AKP’nin doğru işler yaptığını, son gelişmelerin de bunları ispatladığını söyleyenler var. Bunlar varken, AKP’nin yaptığı her işe karşı çıkacağım diye, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyinde yaptırımlar için “hayır” oyu kullanmasına karşı çıkanlar da var.

Her zaman olduğu gibi iki taraf da yanılıyor. Yine her zaman olduğu gibi işin doğrusu, ikisinin ortasında durmak da değil. Bizi, AKP’yi doğru yaptığı zaman alkışlamak, yanlış yaptığı zaman eleştirmek de kurtarmıyor. Siyaset böyle yapılmıyor çünkü. Ayrıca AKP’nin BM’de hayır oyu kullanmasını doğru bulmakla, AKP’yi doğru bulmak arasında siyaseten dağlar kadar büyük bir mesafe var. Devrimci siyaset de o mesafeye rahatlıkla sığıyor.

Son günlerde yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin emperyalizmin çizdiği rotadan uzaklaştığını göstermiyor. Ama emperyalizmin hazırladığı makro planların her durumda kusursuz işlemediğinin de açık ispatı işte bu gelişmeler.

Türkiyeli egemenler ile emperyalizm, dönüşen Türkiye’nin dünya sistemi içerisinde nereye oturacağına dair belli ki bir anlaşmazlık yaşıyorlar. Bu anlaşmazlık, Türkiye’nin emperyalist sistemin içinde veya dışında yer almasıyla ilgili değil. Bu konuda her iki taraf da çok net ancak Türkiye’nin rolüne ilişkin bir belirsizlik olduğu ortada. Belirsizliğin farklı emperyalist merkezlerin farklı kurgularıyla daha da büyüdüğü de görülüyor. Örneğin, son yardım gemisi girişiminde veya İran politikasında Avrupalıların rolü genel olarak küçümseniyor, oysa Almanya’nın sessiz sedasız bu işlerle ciddi şekilde uğraştığı görülebiliyor. Öyle ya da böyle ortaya çıkan bu belirsizliği özellikle Türkiye tarafının AKP’nin ideolojik eğilimlerinin de etkisiyle kendine doğru yontmaya çalıştığı, ancak bu yontma girişiminden özellikle ABD’nin rahatsızlık duyduğu da ortada. Bu rahatsızlık, en yetkili ağızlardan, Fethullah Gülen örneğinde görüldüğü gibi, dillendiriliyor.

Zaman içinde oluşan bu belirsizliğin kısa sürede çözümlenemeyeceğini tahmin edebiliriz. AKP, iddialı söylemini sürdürmek, bu söylemin ona sağlayacağı avantajları kullanmak isteyecektir. Buna çeşitli şekillerde yanıt da alacaktır. Üstelik, AKP, sistem dışına çıkmayı doğası gereği zorlayamayacağı için bu yanıtların bir kısmı oldukça sert olacaktır. AKP’nin oynadığı oyun, tam da AKP sistem içi bir parti olduğu için tehlikelidir.

ABD’ye ve emperyalizme karşı muhalefet yalnızca gerçekten sistem dışına çıkabilecek bir önderliğin elinde gerçek ve verimli bir projeye dönüşebilir, Türkiye’yi aydınlık bir geleceğe taşıyabilir.

AKP gibi partilerin elinde aslında bir tür stratejik oyuna dönüşen sınırları zorlama girişimleri, Türkiye’yi benzer başka oyunların pençesine düşürecektir.

Solun bugün yapması gereken ödünsüz bir emperyalizm karşıtlığında ısrar etmektir. AKP’yi de, AKP’ye muhalefet edeceğiz diye günlerdir ABD şakşakçılığına soyunanları da mahkum etmenin yolu sınırı emperyalizmin tam karşısına çizmektir.

Türkiye’nin ekseni mutlaka kaydırılmalıdır. Kaydırılması gerektiğinden hiç şüphe duyulmaması gereken ve AKP ve diğerlerinin hiçbir şekilde oynayamayacağı eksen, Türkiye’yi emperyalizme bağlayan eksendir. O işin sahibi soldur.