Bir sonraki darbe ne zaman?

Türkiye halkı Haziran Direnişi'nin sönümlenmesinden bu yana uzunca bir süredir siyaseti dışarıdan izliyor. 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimini de, devamındaki gelişmeleri de bu şekilde dışarıdan takip etti.

Üstelik bu saptama AKP'nin geniş seçmen tabanı için de geçerli. AKP tabanı halktan sayılır mı tartışması üzerinden atlanamayacak bir tartışma. Ancak o gece sokağa çıkan AKP tabanının en örgütlü, Erdoğan'a en bağlı unsurlarının darbenin yenilgiye uğratılmasında bir payının olmadığı bilindiği gibi, bu militan kitlenin AKP tabanının ortalamasını temsil etmediği de bir gerçek. En geniş anlamıyla AKP tabanı da gelişmeleri yalnızca takip ediyor.

Halkın ve kitlelerin bir etken olmadığı koşullarda siyaset 15 Temmuz gecesi yaşanan müdahale ya da benzeri başka gelişmeler tarafından yönlendiriliyor. Bu müdahalelerin her birinin illa bir darbe girişimi kadar kapsamlı olmasına gerek yok. Türkiye siyasetine uluslararası ve yerli patronlar, onların siyasi ve ideolojik temsilcileri ve devlet aygıtının içindeki silahlı ve sivil unsurlar irili ufaklı çok sayıda operasyonla yön veriyor. Bu operasyonların düzenin doğal bir mekanizması ve bu işleyiş biçiminin kapitalizme içkin olduğu tartışılmaz bir doğru. Ancak Türkiye'de çok geniş kitlelerin bu durumu olduğu gibi kabullenmesi hiç doğru değil.

Daha başka bir ifadeyle, biz bu kabullenmeyi kabul edemeyiz. Bu kabullenme Türkiye'nin içinde bulunduğu derin karanlığı kabul etmek anlamına geliyor çünkü. Her şeyden önce siyaseti tamamen emekçi halkın hiçbir şekilde temsil edilmediği böylesine daralmış bir yapıya bırakmak, emekçi halk adına yenilgiyi peşinen kabul etmek anlamına geliyor.

Bu yapının içinde temelsiz bir umudun peşine düşenler en fazla bir sonraki darbenin, operasyonun, suikastın veya hizipler kavgasının zamanlamasını merak ediyorlar, böylesi bir gelişmeyi beklerken daha da atıllaşıyorlar.

Üstelik, bu tür gelişmeleri dışarıdan, kendisinin bu tabloya müdahale edebileceği gücü elinde tuttuğunu tamamen unutmuş bir şekilde takip eden insanların olan biteni anlaması da mümkün değil. Oldukça fazla sayıda insanın 15 Temmuz ve sonrasında kendisine yakın hissettiği kaynaklardan okuduğu her metni, dinlediği her senaryoyu mantıklı bulmasının nedeni bu aslında. Değiştirmeye muktedir olduğu bir dünyayı dışarıdan izlemeye mahkum olduğunu düşünen bir insanın o dünyayı kavramasının somut sınırları var.

Değiştirmeye niyetlenmediği için anlayamıyor, anlayamadıkça da gelişmelerin boyutunu ve o dünyanın aktörlerinin gücünü ya korkutucu derecede abartıyor, ya da farkında olmadan önemsizleştirip küçümsüyor. Erdoğan'nın neredeyse yoktan var, vardan yok edecek ilahi bir güce erişmiş olduğunun düşünülmesi de, Türkiye'de yaşanan büyük değişim ve tehlikeye karşı duyarsızlaşma da işte bu nedenle aslında aynı yaklaşımın birer sonucu.

Türkiye'yi bir değiştirme iradesi olmadan okuyamazsınız. Onları devirme iddiası taşımaksızın, Erdoğan ve AKP'nin gücünü tartamazsınız. Emekçi halkın memleketin kaderinde söz sahibi olması için mücadele etmeksizin, 15 Temmuz gecesi ve sonrasında yaşananlar karşısında ne yapacağınızı şaşırır, yönsüz ve pusulasız kalırsınız.

İnsanı endişeye ve korkuya sevk edip umudunu kıran bu kısır döngüden çıkışın yolu ortada. Bir an için aklınızı ve cesaretinizi toplayıp, sizin gibi bu ülkenin aydınlık geleceğini arayan insanlarla bir araya geleceksiniz. O kadar zor değil, üstelik başka bir seçenek de kalmadı.