Başbakandan büyük kim var?

Yine Erdoğan'ın şovunu izleyerek bitirdik bir haftayı.

Zevzek sinema yazarlarının deyişiyle, Recep Tayyip Erdoğan, haftayı müthiş bir finalle noktaladı.

Önce kendisine yazar diyen ama padişah sofrasına oturmaktan hiç imtina etmeyen aydıncıklarla kahvaltı yaptı. Sonra üst üste katıldığı televizyon programlarında hem muhtemel referanduma, hem de önümüzdeki seçime hazırlandığını gösterdi. Bununla da yetinmedi, Türkiye'ye başkan olmak istediğini söyledi. Hazret, meğerse yıllardır kendisini buna hazırlıyormuş, 18 yaşından bu yana siyasetin içindeymiş, 7.5 yıllık başbakanlık deneyimi varmış. Erdoğan belli ki bu konuda kendisini çoktan ikna etmiş.

Ama Erdoğan'ın kendisini ikna etmediği bir konu var mı? Başbakan her konuyu, herkesten daha çok biliyor zaten. Kendisi, en son olarak Baykal'a, Einstein'ın izafiyet teorisini anlatıyordu. Bir fırsatını bulsa ve fizikçilerle bir kahvaltı yapsa, o masanın etrafındakilere de bu teoriyi ve daha nicelerini anlatacağına hiçbir şüphe yok. O masaya oturmuş adam da Erdoğan'dan izafiyet teorisi dinlemeyi hak eder tabii.
Peki biz, o fizikçinin kahvaltı çıkışında "bilmediğim çok şey öğrendim" demesini hak ediyor muyuz? Asıl sorun bu.

O kahvaltı masasına oturanlar, yalnızca onlar da değil, her yerde Erdoğan'ın karşısında el pençe divan duranlara daha fazlası da reva. Ama bize reva mı? Böyle sanatçıları, gazetecileri, Erdoğan'ın peşinden gidecek olan bilim insanlarını Türkiye hak ediyor mu?
Herkes hak edildiği gibi yönetilirmiş... Öyle diyorlar, AKP'yi bu memleket hak etmiş.

Bu saçmalıklara kulak asmayalım. Türkiye bunların hiçbirini hak etmiyor. Erdoğan çoktandır bu memleketin sahibi olarak kendisini görüyor, ama hiç öyle değil.

AKP lideri Türkiye'nin ilk başkanı olmaya hazırlanırken, bu ülke bunu hak ediyor diye kenarda durmak olur mu? Hiçbir halk böyle bir aşağılanmayı, hiçbir ülke böylesi bir rezilliği kabul edemez.

Başbakan durmak bilmiyor. Erdoğan Türkiye için öyle bir figür haline geldi ki, yurtdışında da Türkiye deyince artık herkes Erdoğan'ı gösteriyor. Lideriyle bu kadar özdeşleşmiş başka bir ülke daha var mı tartışılır. Ancak içeride kendisine karşı çıkılmadığı için, Erdoğan'ın imajının yurtdışında da bir ülkenin önüne geçtiğine hep beraber tanık oluyoruz.

Her şeyi herkesten daha iyi bilen, herkese bir şeyler öğretebilen ulu bir lider profili kimseye bir şey hatırlatmıyor mu? Faşizmin koşulları yavaş yavaş olgunlaşırken AKP öyle cüretkar ki, AKP'nin önündeki tüm engelleri kaldıracak olan Anayasa değişiklikleri tartışılırken, Erdoğan eksik parçayı tamamlıyor ve Türkiye'yi başkanlık sistemine hazırladıklarını söylüyor.

AKP ve lideri bu cüreti kendilerine asla "hayır" denmemesinden alıyor. Bu memlekette onurlu ve sayıları ne yazık ki ülkenin toplam nüfusu düşünüldüğünde hala çok az olan insanlar dışında, onlara kimse hayır demediği gibi, kimse de onlardan yaptıkları için hesap sormaya yeltenmiyor.

Dolayısıyla Erdoğan'daki cüret sınır tanımıyor ve başbakan 1 Mayıs meydanına da mesaj gönderiyor. Taksim'den açılım ve Anayasa için destek istiyor.

İşte şimdi güzel bir fırsat var.

Kendisine hayır denmemesine bu denli alışan Erdoğan'ın alışkanlıklarını bozmak, hesap sorulmamaktan iyice rahatlamış AKP'nin huzurunu kaçırmak için güzel bir olanak Taksim.

Yıllar sonra görkemli bir mitinge hazırlanan Taksim'deki 1 Mayıs için en büyük tehlike, o meydanda, gündemdeki tartışmalarla ilgili AKP lehine bir siyasi boşluk oluşmasıdır. Taksim 2010'un ileride AKP konusundaki bir bulanıklıkla hatırlanmaması gerekir.

Taksim'de 1 Mayıs kutlamaya hazırlanan herkes bir alan sarhoşluğuyla erken zafer havasına girip bu büyük sorumlululuğu atlamamalıdır.
Başbakandan büyük kim var?

Erdoğan 1 Mayıs günü Taksim meydanına baktığında bu sorunun çok net bir yanıtını görmelidir. Erdoğan ve AKP'ye dur demenin başka yolu yoktur.