Avrupa hayalinin sonu

Birleşik bir Avrupa fikri hiç şüphesiz emperyalizmin en büyük hayallerinden biriydi. Sovyetler Birliği'nin çözülüşünden ve sosyalizmin Avrupa coğrafyasından çekilişinden sonra atağa kalkan eski kıtanın sermaye sınıfı, farklı bir yönetim modelini denemek için de fırsat bulduğunu düşünüyordu. Avrupa Birliği'nin tarihi tabii ki, bu tarihten çok öncesine dayanıyordu, ancak Birliğin gerçek ve iddialı bir proje olarak önümüze çıkması bu tarihlere rastlar.

İnsanoğlunun tarih boyunca yarattığı en güzel düşe giden önemli adımlardan birisi olan reel sosyalizmin tarih sahnesinden çekilişi, burjuvazi açısından ideolojik olarak önemli bir olanaktı. Bu olanağı başlangıçta gerçekten iyi değerlendirdiler.

Sosyalizm sonrasında ortaya çıkan boşlukta, Avrupa Birliği, insanlığın bir hayali olarak pazarlandı. Bu rüyanın peşine takılan da çok oldu. Onlara göre uluslar üstü bir devlet modeli olarak Avrupa Birliği, şimdiye kadar görülen en gelişkin yönetim biçimiydi.

Bu hayalin peşinde koşanlar, Avrupa Birliği'nin, baş emperyalist ABD'ye rakip olacağını, bu rekabetin insanlığın hayrına gelişeceğini de umuyorlardı.

Sonra ne oldu?

İşler pek beklendiği gibi gitmedi.

Avrupa Birliği beklenildiği gibi, sosyalizmin geride bıraktığı coğrafyada hızla genişledi ve gücünü artırdı. Ancak çok gelişkin olduğu iddia edilen yönetim biçiminin denildiği kadar gelişkin olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Örneğin Avrupa Birliği'nin parlamentosu bir hikayeden ibaretti. Birliğin güçlü ülkeleri tarafından yönlendirilen bir grup güçlü bürokratça yönetilen bu yapının yönetim biçimi ideal burjuva demokrasisinden bile geriydi aslında. Şeffaf olduğu söylenen Avrupa Birliği'nin tüm işleyişi kapalı kapılar ardında herkesten saklanıyordu.

Birliğin güçlü ülkelerinin, diğerlerine dayattığı politikaların sonuçları alınmaya başladıkça, bu ülkelerdeki yıkım şiddetlendikçe, Avrupa Birliği'ne karşı çıkan aklı başındaki solcuların sesi daha çok çıkar oldu, bu sese kulak verenlerin sayısı da arttı.

Şüpheler arttıkça, Birlik istendiği gibi hareket edemedi. Anayasa süreci bir komediye dönüştü mesela.

Ama en önemlisi, insanların Avrupa Birliği'ni bir hayal olarak görmekten vazgeçmeleriydi.

En hızlı AB'ciler bile artık Avrupa'da kurulmakta olan bir ütopyadan değil, şu anda en doğru ve gerçekçi olan yoldan bahsediyordu.

Bu, Avrupa Birliği için sonun başlangıcıydı.

Ne merkez ülkelerin, ne de Birliğe yani katılan ülkelerin halkları mutluydu. Aslında hep emperyalistlere çalışan, ama halklara gülücük atmayı da sürdüren Birlik, o gülücük için gereken enerjiyi de tüketmişti.

Tüm bunların üzerine büyük bir kriz geldi.

Kriz ilerledikçe ABD'nin bu işten Avrupa'dan daha kolay sıyrılacağı anlaşıldı. Avrupa Birliği'nin yapısı, bu tür bir krizle başa çıkmak için pek uygun görünmüyordu ve maliyetin Avrupa için ama özellikle Avrupa'nın ezilmiş ülkeleri için çok yüksek olacağı görüldü.

Avrupa'dan iflas haberleri gelirken, aklı başında iktisatçılar bunun Birlik için ön sarsıntılar olduğunu söylüyordu.

En son olarak sarsıntı, AB'nin eski üyelerinden birisini de çok sert vurdu. Yunanistan iflasın eşiğine geldi.

Yunanistan işçi sınıfı şimdi bu iflasın bedelini patronlara ödetmek için mücadele ediyor.

Şimdi en revaçta olan masal, Yunanistan'ın Avrupa Birliği'nin kandırdığı masalı. Ama bu masalları kimse yemiyor, herkes, AB'nin gerektiğinde en köklü üyelerinden birisini bile nasıl gözden çıkarttığını açıkça görüyor.

Mitolojik olarak Avrupa masalının başladığı, kıtanın tarihsel ve kültürel açıdan sembol ülkelerinden Yunanistan, şimdi aynı masalın somut olarak bitişine ev sahipliği yapıyor. Avrupa Birliği, herkesin önünde Yunanistan'ı satarken, sosyalizm sonrasından insanların önüne sunulan bir projenin nereye geldiğini gösteriyor.

Üstelik, Yunanistan örneği, Avrupa Birliği ile ABD arasındaki ilişkiye dair ilginç ipuçları da barındırıyor.

Birliğin popülerliğin zirvesinde gezdiği, hızla genişlediği günlerde ABD ile gireceği rekabet ciddi bir tartışma konusuydu. O günlerde bu rekabetten insanlığın kazançlı çıkacağını iddia edenler, bu iki emperyalist odak arasındaki koordinasyonu küçümsüyorlardı. Emperyalizmin doğası, böylesi bir rekabeti yok saymamızı imkansız hale getiriyordu, ancak yine sistemin o günkü dinamikleri bu rekabetin başat bir unsur olarak gidişatı etkilemesini engelliyordu.

Oysa, bugün yaşanılan kriz ABD ile AB arasındaki ilişkileri de ilginç bir biçimde etkiliyor.

Kriz dinamikleri, AB ile ABD arasındaki koordinasyonu yıpratıyor, bu yıpranmanın yol açtığı boşluklarda, rekabet ve uyumsuzluk baş gösteriyor. Bu rekabetin işçi sınıfı lehine sonuçlar üreteceğini söylemek için henüz çok erken. Ancak durumun on yıl öncesinden farkı olduğu ve bu gözle takip edilmesi gerektiği aşikar.

Peki, Avrupa hayalinin bitişinin Türkiye'ye etkisi nedir?

Bu sorunun elbette üzerinde düşünmemiz lazım.

Ancak ilk sözü, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye demokrasi, refah ve özgürlük getireceğini, AB sürecinin koşulsuz ve kayıtsız desteklenilmesi gerektiğini söyleyenlere bırakalım. Bugünlerde AB konusundaki muazzam sessizlikleri fazlasıyla dikkat çekiyor çünkü. Sakın yanlış anlaşılmasın, utandıklarından susmuyorlar. Tam tersini yapıyorlar aslında. AB konusunda sustukları kadar AKP hakkında konuşuyorlar. AKP için verdikleri göz yaşartan mücadelenin ve ürettikleri büyük yalanların, zamanında Avrupa Birliği hakkında söyledikleri büyük yalanları unutturacağını düşünüyorlardır belki.

Oysa görünen o ki, büyük yalanların çöküşü de büyük oluyor. Hiçbiri de ayakta kalmıyor. Sırası gelen gidiyor...