Alman vakıfları tamam da ya Alman şirketleri...

Geçtiğimiz hafta Türkiye'deki faaliyetlerini sonlandırdığını açıklayan Soros'un Açık Toplum Vakfı Türkiye'de faaliyet gösteren tek yabancı vakıf değildi. Soros'un vakfı, ülkede kendisini güvende hissetmemişti. Ancak benzer bir durum bir yıl kadar önce başka yabancı menşeili vakıfların başına da gelmişti.

Almanya ile ilişkilerin gergin gittiği günlerde hükümet yetkilileri ve yandaş medyanın sürdürdüğü bir kampanya sonucunda Türkiye'de faaliyet gösteren Alman vakıfları çalışmalarını tamamen bitirmemiş ama tabelalarını indirmek zorunda kalmışlardı.

Aslında bu vakıflarla AKP'nin arası da hiç kötü değildi. Bırakın kötü olmayı, Merkel'in Hıristiyan Demokrat Partisi'nin vakfı olan Konrad Adenauer, müslüman bir demokrasi projesinin fikir babalarından birisiydi. Bu proje AKP ile vücut bulduğunda vakıf gerici parti için elinden geleni yapmıştı. Yeşiller Partisi'nin vakfı Heinrich Böll, AKP'nin ilk döneminde Türkiye'deki pek çok çalışmasıyla Erdoğan ve arkadaşlarına açık destek vermişti. Sosyal demokrat Friedrich Ebert için bile AKP'ye muhalif denemezdi.

Ancak AKP, Almanya ile ilişkileri germeye başladığında önce bu vakıflar akla geldi. Dünyanın pek çok ülkesinde Almanya'nın büyük düzen partilerinin kolu olarak faaliyet gösteren vakıflar, aslında AKP için kolay hedefti. Çünkü Almanya da bu faaliyetlerin geçici bir süre durmasından o kadar rahatsız olmayacaktı. Almanya ile Türkiye arasındaki gerilimin en yükseldiği anlarda dahi iki ülke arasındaki iktisadi ilişkiler gerilemiyordu nasıl olsa... Alman şirketlerinin Türkiye'deki işlerine dokunmak iki tarafın da işine gelmiyordu.

Almanya, Türkiye'nin en büyük ticaret ortağıydı ve bu ilişki Türkiye için yaşamsal, Almanya içinse yaşamsal olmasa dahi önemliydi.

Türkiye, Çin'den sonra en fazla malı Almanya'dan ithal ederken, Almanya Türkiye'nin en çok ihracat yaptığı ülkeydi. Ama bu ihracat kalemlerine detaylı bakıldığında Almanya'nın ülke ekonomisindeki yeri daha iyi anlaşılıyordu. Türkiye, Almanya'ya tarım ürünleri değil, en fazla otomotiv ve makine parçaları satıyordu. Almanya'ya satılan ürünlerin önemlice bir bölümü de aslında Türkiye'de Alman firmalarının veya onların ortak ya da taşeronlarının mallarıydı.

Yine ihracatta önemli bir kalem olan hazır giyim ürünlerinde dahi tetikleyici firmalar Almanya ve Avrupa kökenliydi.

Türkiye Almanya'dan mal alırken zaten Almanya bağımlısıydı, ama Türkiye aslında mal üretip dışarı satarken de temelde Almanya'nın yönetip başrolü oynadığı bir oyunda yardımcı oyuncuydu.

Türkiye'de tam sayıyı çıkarmak zor olsa da 7500 Alman firması faaliyet gösteriyordu. Rakam büyüktü ama rakamdan daha önemlisi Türkiye ekonomisinin lokomotif ve stratejik sektörlerindeki Alman egemenliğiydi.

Almanya, tüm gerginlik boyunca büyük yeni yatırım yapmaya niyetlenmedi ama varolan işleyişi bozacak adımlar da atmadı. Bu adımı atsaydı, Türkiye ekonomisine sıcak para giriş çıkışlarından dahi daha büyük zarar verebilirdi, lakin bunu tercih etmedi. Belli ki Almanya'nın en büyük tekelleri, Türkiye'den faydalanmaya devam etmeyi çeşitli nedenlerle kârlı buluyorlardı.

Yaşanılan iktisadi kriz de AKP tarafında Türkiye ekonomisinin en önemli dış aktörü ile gerginliği yumuşatmak için önemli bir sebepti.

Şimdi Türkiye adım adım Almanya ile ilişkileri yoluna koymak için adımlar atıyor. Alman siyasetinde ise birtakım değişiklikler yaşanıyor. Ama bu değişikliklerin de Türkiye Almanya ilişkilerinde şu anki doğrultuyu etkileyeceğine dair bir işaret bulunmuyor. 

Peki tüm bu gelişmeler sırasında Alman vakıflarına ne mi oldu?

Yaklaşık bir ay önce Alman Ekonomi ve Enerji Bakanı Peter Altmaier, Alman patronlarının hatırı sayılır şekilde temsil edildiği bir heyetle Türkiye'yi ziyaret etti. Bir yıl önce o vakıflara savaş açan yandaş medyanın manşetlerden gördüğü ve selamladığı bu ziyaretin haberinde bir cümle gayet açıklayıcıydı. Aynı gazetelerin haberine göre Alman bakan vakıfların yöneticileriyle de görüşmüştü.

Bir yıl önce Türkiye'yi çökertmeye çalıştıkları iddia edilen vakıflar artık resmi programın bir parçasıydı. Doğal olan buydu zaten. Alman sermayesiyle, Alman patronlarıyla hesaplaşmayan, hesaplaşmayı hiçbir şekilde düşünmeyen, hesaplaşmaları da mümkün olmayanların Almanya'nın herhangi bir faaliyetine uzun süre karşı çıkmaları mümkün değildi.