Allah deyip ötesini bırakma... Daha 'para' diyeceksin!

“Allah de ötesini bırak”, “Allah de ötesini bırak-2”, “Allah'a koşun”, “Bana Allah yeter”, “Rabb'in için sabret”... Bunlar Uğur Koşar'ın çok satan kitaplarının isimleri. Çok satan derken Türkiye gibi kitap piyasasının pek derin olmadığı iddia edilen bir ülkede, yazarına milyonlar kazandıran kitaplardan söz ediyoruz. Koşar, kazandığı milyonları yerken eşiyle davalık olmuş ve magazin basınının diline düşmüş. Bu kadar çok sattığına göre bir kesim belli ki bu kitapları iyi tanıyordu, ama Türkiye'nin bu kitapları, yazarını ve kazandığı parayı duymasına, bir boşanma davası vesile oldu.

Uğur Koşar'ın AKP Türkiyesi'ne çok yakıştığı, yakışmanın ötesinde AKP Türkiyesi'ni temsil eden figürlerden birisi olduğu, Koşar'ın portresinin siyasal islamın fotoğrafını çekmek için güzel bir fon teşkil ettiği muhakkak.

Türkiye'de "Allah" diyerek para kazanmak AKP'nin zamanında başlamadı ama AKP, "Allah" diyerek para kazanmaya özel bir boyut kazandırdı.

AKP'nin her "Allah" diyeni zengin yapması düzenin kuralları gereği imkânsızdı ama AKP "Allah" demeyi zengin olmanın önemli koşullarından birisi haline getirdi. İnternetten bulduğu dini hikayeleri, ayet ve hadislerle harmanlayıp kitap yazan bu pespaye adamın yaptığı iş, diğer zenginleşme öykülerinin yanında oldukça masum kalıyor aslında ve tam da bu nedenle, diğerlerinin yanındaki göreli masumluğu sebebiyle islamcılığın portresi için güzel bir örnek. Öyle bir ülke düşünün ki, dinsel duyguların bu denli ucuzca sömürülmesi ve paraya tahvil edilmesi bile AKP'nin patronlarla çevirdiği esas dolapların yanında önemsiz kalıyor. Türkiye'de parayla din arasında kurulan ilişki öylesine kanıksanmış ki, bu ucuz din ticareti ve zenginleşme hikâyesi kimseyi şaşırtmıyor.

Dinin siyasetle, siyasetin parayla ve paranın dinle kurduğu ilişki Türkiye'de çok derin, çok boyutlu artık.

AKP'nin köklü bir şekilde dönüştürdüğü Türkiye'de patronların dinle kurduğu ilişki, AKP'nin onları temsil eden bir parti olması nedeniyle siyaset sahnesine daraltılamaz. Din Türkiye'de hepimizin her gün onlarca örneğini gördüğümüz şekilde, siyaseti ve toplumsal yaşantıyı köklü bir şekilde dönüştürdü, doğru. Ama aslında piyasanın istekleri doğrultusunda yapılan bu dönüşüm, doğal olarak piyasanın kendisini de bir değişime tabi tuttu. Türkiye'de patronların ve patronluğun yapısı değişti.

Mesele, dindar ve AKP'ye yakın yeni zenginlerin ortaya çıkmasından veya bazı isimlerin "Allah" diyerek daha da güçlenmesinden ibaret değil. Asıl sorun, paranın mutlak tahakkümünde olan bir düzenin bu dinselliği piyasanın kuralları içerisinde etkili bir şekilde kullanmanın bir yolunu bulması; piyasa ve paranın, dinsellikle olan bağlarının güçlenmesi ve dinin piyasaya entegrasyonunun tamamlanması...

Laik geçinen, seküler görünümlü patronlar, siyasetin ve toplumsal yaşantının gericileşmesinden, dinselliğin işçileri kontrol altında tutmasından mutlu oldukları kadar, bu dinselleşmenin piyasanın genel kurallarıyla çelişmeyecek şekilde işlemesinden de memnunlar. Servet birikimi ve sömürünün mekanizmaları, Allah diyen patronlar önceliklendirilse dahi, eksiksiz işletilip soyulan, emeği çalınan her durumda yine emekçi halk olunca, Allah diye kitap yazıp zenginleşen din simsarı soytarıya kimse takılmıyor.

Kimse Uğur Koşar'ın kitaplarında yazdığı gibi Allah deyip ötesini bırakmıyor. Ama para deyip de ötesini bırakan da yok... AKP Türkiyesi ikisini aynı anda, memlekete acı veren bir uyumla söylemeyi öğrendi.

Türkiye'de paranın ve piyasanın dinle ilişkisi kopartılamaz artık. AKP bunu başardı ve bu kopmaz ilişki, paranın ve piyasanın asıl belirleyici olmasıyla hiç çelişmiyor.

Dolayısıyla piyasanın kuralları işlediği sürece, piyasa hem siyasete, hem de toplumsal yaşantıya dinsellik zerk etmeye devam edecek. Laiklik ve aydınlanma mücadelesi işte bu nedenle paranın saltanatının yok sayıldığı bir yaşam tarzı mücadelesine indirgenemez. Yine aynı nedenle siyasetin ve toplumsal yaşantının dinden arındırılması ancak piyasanın belirlemediği, paranın saltanatından kurtulmuş bir ülkede mümkündür.