AKP hepimizi birer sayıya dönüştürürken

İnsan kendi ölümünden korkar elbette. Yakınlarının, sevdiklerinin ölümünden de… Peki ya yüzlerce, binlerce insanın ölümünden?

Korona virüsten Türkiye’de kaç kişinin öleceğini bilmiyoruz. Tüm dünyada şu ana kadar ölen 18 bin civarında kişiye daha fazlasının ekleneceği kesinken, kötü bir senaryodan hep birlikte korkuyoruz. Öte yandan böyle kitlesel ölümleri kavramaktan uzağız ve çoğu zaman bu senaryoyu da kendimizin veya yakınlarımızın başına gelebilecek muhtemel felaketler aracılığıyla anlamaya çalışıyoruz.

Çünkü içinde yaşadığımız toplum kitlesel bir empatiyi köreltiyor. Sınıflı toplumlara ait bu arızayı en şiddetli şekilde yaşatan bu toplumsal düzen bizleri tüm olguları bireysel bir şekilde algılamaya yöneltiyor. Ne iyilik ve kötülük, ne doğru ve yanlış, ne de güzel ve çirkin kendisini bu arızadan kurtarabiliyor.

İnsanlığın virüsle mücadelesindeki muazzam başarısızlığı sayılarla anlamaya çalışmak işte bu arızanın ürünü. Her akşam açıklanan ölüm ve vaka raporlarındaki sayıların her birinin birer insan olduğunu biliyor ama kavrayamıyor oluşumuzun nedeni bu.

İnsanı bilsek de insanları bir araya getiremiyoruz. Çünkü insanları bir araya toplayan temel dinamikleri anlamamızın önünde büyük engeller var.

Yoksul ile yoksulluğun arasındaki ilişkinin anlaşılmaması bunun en güzel örneği belki. Bu düzende yoksul, yoksulluğun varlığının bir sonucu. Ama herkese birey olarak yoksulla ilgilenmek, yoksullukla ilgilenmekten hem daha kolay, hem de ilk bakışta daha somut ve sonuç alıcı geliyor. Düzen ısrarla herkesi yoksullarla bireysel şekilde ilgilenmeye doğru ittirirken, bir bütün olarak yoksulları ve yoksulluğu gözden kaçırıyor.

Çok basit bir nedenle… Çünkü yoksulluğu bu düzen yaratıyor.

Bütünsel olguların tamamından bu düzen sorumlu. Bireyler bu bütünsel olguların tekil sonuçlarına maruz kalıyor.

Virüsün insan sağlığını etkileyen ölümcül sonuçlarına karşı mücadelede yetersizlik de aynı bütünsellikte bu düzenin sorunu. Tıpkı bu virüsün tetikleyicisi olduğu ağır ekonomik tahribattan da da aynı bağlamda bu düzenin sorumlu olması gibi…

Binlerce insanın ölmesi, milyonlarcasının işini kaybetmesi veya yaşam koşullarının zorlaşması… Ölümlerin, işsizliğin ve yoksulluğun sayılara dönüşmesi ve insanın anlayış ufkunu aşması…

Bir olguyu kavramak için aslında en önemli silahlarımızdan birisi olan sayılara yabancılaşmamızın, bizzat sayıların bizimle olguların arasına girmesinin önüne geçmenin tek yolu ise bu sayıları yaratan süreçleri kavramamız.

Kimler neden ölüyor, kimler niye işsiz kalıyor, bu büyük krizin faturasını kim nasıl ödüyor? Bu insanları neyin ortaklaştırdığını anlamaksızın insanların yalnızca birer sayıya dönüşmesini engelleyemeyiz.

Sayıya dönüşen insanları kavrayamayız. Bizzat her birimiz o insanlardan biri olsak da benzer acıları veya aynı yaşam koşullarını yaşayan insanlarla ortaklaşmadıktan sonra kendi durumumuzu bile sağlıklı bir şekilde değerlendiremeyiz.

Bizler bu düzenin efendilerinin gözünde yalnızca bir sayıyız.

Virüs günlerinde gizli veya açıktan kaç insanın ölebileceğini bu kadar rahat hesaplayabilmelerinin nedeni bu. Trump’ın açıktan, Erdoğan’ın gizliden aynı stratejiyi izlerken güvendikleri mekanizma, düzenin olağan mekanizmalarından birisi aslında.

Mesela patronla üst düzey yöneticilerin işten çıkarma hazırlığı yaparken bilgisayar başında bir excel tablosunda sayılarla oynarken duydukları rahatlık da aynı mekanizmanın ürünü. Hücreye her eklenen sayı, bir insanın geleceği, çocuğunun oyuncağı ve evinin yemeği oysa.

Bugün virüse feda edilmesi planlanan kitleler, virüsün olmadığı zamanlarda bu düzenin üzerinde tepindiği kitlelerden mantıksal olarak hiç farklı değil. İstisnalar hep var tabii, tıpkı düzenin işleyişinde zaman zaman bazı zenginlerin de mağduriyet yaşadığında olduğu gibi.

Yaşlıları, yoksulları, zayıfları feda edecekler. Virüsün tetiklediği ekonomik tahribatın faturasını emeğiyle yaşayan insanlara kesecekler.

Binler ölecek, milyonlar işsiz kalacak veya yoksullaşacak.

Bu sayılarla oynarken, kaç kişinin öleceğini, kaç kişinin işsiz kalacağını, kaç kişinin daha da yoksullaşacağını hesaplarken gözlerini dahi kırpmayacaklar.

Alıştıkları bu ve düzen normal zamanda da böyle işliyor çünkü. Düzen böyle işleyip insanları sayıya dönüştürürken de bizlerin bireyin içinde varolduğu toplumsal bağlamı kavrayamıyor oluşumuza güvenecekler.

İspanya’da hastaneye bile götürülmeden ölüme terk edilen yalnız yaşlıları, ABD’de hiçbir sağlık hizmetine erişim olanağı olmadan ölüme mahkum edilen yoksul hastaları, kâr hırsıyla çökertilmiş bir sağlık sisteminde yatak bulamadığı için hayatını kaybeden İtalyanları, Türkiye’de çalışmak zorunda olduğu için virüse yakalanıp ölen emekçileri düşünün.

Onlar ölüm sayısını bulmak için toplanacak birer sayı değil. Onları bir araya getiren ve ölüme mahkum eden bir şey var. Bizleri ölüm ve yoksullukta ortaklaştıran bir şey…

O şeyi kavramak ve kavramak için de bizi yoksulluğa ve ölüme mahkum eden servet ve iktidar sahiplerinden ölesiye nefret etmek zorundayız. Bizi ortaklaştıran o şey, aslında yalnız olmadığımızın da kanıtı.
Yalnız değiliz ve o şeyi kavradığımızda sayı olmaktan kurtulmak için bir yol açacağız.