29 Ekim mülkiyet bayramı olursa

29 Ekim 1923'te kurulan cumhuriyet, kendisini ilahi bir iradenin temsilcisi olarak gören padişaha karşı halkın iradesini koyan cüretli bir adımdı. Yalnızca tarihsel olarak büyük bir atılım değil bir devrim olarak görülmeliydi, çünkü saltanat ve hilafeti yıkan cumhuriyet, başka bir toplumsal düzeni tasfiye ediyordu.

Halk kendi yöneticilerini seçecek, devlet kendi sınırları içinde bağımsız karar verecek, din devlet işlerine karıştırılmayacak... Cumhuriyet bunları hayata geçirmek iddiasıyla yola koyuldu. Ama aynı cumhuriyet özel mülkiyeti tanıyan bir temel üzerinde yükseldi. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet esastı. Fabrikalar, tarlalar birileri tarafından mülk ediniliyordu.

Hangi yolla olursa olsun, isterse devlet tarafından teşvikle, isterse gayri müslimlerin ya da daha küçük mal sahiplerinin malına el koyarak, bu araçlara bir kez el koyulduktan, sermaye bir kez biriktikten sonra bu servetin korunması ve birikmeye devam etmesi temel ilkeydi.

Bu zenginliği ellerinde tutanlar için en önemlisi her zaman öncelikle bu durumun korunmasıydı. Kimsenin malı olmayan cumhuriyetin iktisadi gücü ellerinde tutan bu insanların mallarını korumak için feda edilmesi kaçınılmazdı.

Öyle de oldu... Cumhuriyet feda edildi.

Üstelik, özel mülkiyetin zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkan miras hakkı nedeniyle, cumhuriyetin ülkeden yolladığı hanedanın yerine başka hanedanlar türedi. Cumhuriyet bir hanedanı ülkeden yollayarak muazzam bir adım atmıştı evet, ama özel mülkiyetin esas olduğu bir iktisadi düzenin üzerinde yükseldiği için zorunlu olarak başka hanedanların oluşması için bir zemin tarif ediyordu.

Ülke ve devletin yönetimi bir aile içinde el değiştirmiyordu ne güzel... Ama fabrikalar, büyük çiftlikler bir noktadan sonra ailenin malı olarak görülüyordu. Bunlar bir kişinin malıydı ve bu kişi kendi malı olduğu için tüm bunları kendisinden sonra gelen aile ferdine devredebiliyordu.

Zenginlik için, fabrika veya çiftliğin başına oturmanız için o ailenin evladı olarak doğmanız yetiyordu.

Cumhuriyet evet kimsenin babasının malı değildi, ama fabrikalar, büyük çiftlikler, devasa araziler birilerinin baba ve annesinin malıydı.

Türkiye'de bugün pek çok kişi siyaset alanında bir hanedanın geri dönüşünden şikayetçi veya hanedan düzeninin geri dönmesinden korkuyorlar. Haklılar ancak bir ailenin haksız yere elde ettiği güç ve imtiyazdan bahseden herkes başka hanedanlar, iktisadi olarak oluşan hanedanlar hakkında kafa yormak zorunda. Çünkü ikincisi birincisinin nedeni...

Bilal'ın hak etmediğini düşünürken, Ali Koç'un hak ettiğini düşünmekte bir gariplik var çünkü... Tıpkı Emine veya Sümeyye Erdoğan'ın protokoldeki yerleri gibi, Güler Sabancı'nın ya da Hanzade Doğan Boyner'in ellerindeki servetin de soyisimlerinden başka bir nedeni yok. 

Hayattaki konumlarını kimin çocuğu olarak doğduklarına borçlular. Tıpkı bizim gibi... Onlar fabrikatörlerin, holding patronlarının çocukları, bizler ise işçi ve memurların evlatlarıyız.

Cumhuriyet devrimiyle yıkılan hanedan düzeninin başka bir düzlemde geri dönüşünden rahatsız olanlar, bu hanedanın gücünü, başka hanedanların varlığı ve meşruiyetinden aldığını bilmeliler.

İktisadi hanedanlar varsa, gericileşme için zorunlu olmasa da bir noktada siyasi hanedanlar da doğabiliyor. Üstelik rahatsız edici ama tek sorun siyasi hanedanların varlığı da değil... Asıl önemli olan bu hanedanın üzerinde yükseldiği nesnel zemin. Her tür gericilik bu zeminin üzerinde yükseliyor ve bu zemini de iktisadi hanedanların varolması yaratıyor.

Bu koşullarda cumhuriyetin halktan yana değerlerinin yok edilmesi bir zorunluluk. Her 29 Ekim'de yayınladıkları video ve reklamlarla holdingler ve bankalar işte bu zorunluluğu kutluyorlar. Cumhuriyeti değil özel mülkiyeti ve iktisadi hanedanların varlığını yüceltiyor ve cumhuriyet bayramını bir mülkiyet bayramına çeviriyorlar.

Yıllar önce cumhuriyet siyaseti bir hanedanın elinden alarak devrimci bir adım atmıştı. Şimdi sıra, cumhuriyeti özel mülkiyetin esaretinden kurtarmak için diğer hanedanları tasfiye etmeye geldi.