Paşasının Tasası

İlker Başbuğ, Türkiye Cumhuriyeti’nin son genelkurmay başkanlarından biri. Terör örgütü yöneticiliğinden ve darbeye teşebbüsten müebbet aldı. Yattı çıktı. Fethullahi örgüt astlarını bir bir derdest ederken kuvvet komutanlarını yanına alıp sert bir ifadeyle çıkıştığı günü hatırlıyorum. O kızgın ifadesinin altında ürkmüş bir fani vardı. Zaten o çıkışından geriye bir tek “boru bu, boru” repliği kaldı. Boru dediği kullanılmış lav silahıydı. Taşınabilir ve bir atımlık bir silahtı söz konusu olan. Kullanılmış veya kullanılmamış, içinde mermisi yoksa zaten bir borudan ibarettir. Boru moru, cumhuriyeti ve laikliği tepelemeye yeminli cemaat boruya mı bakacak? Tuttu attı onu da içeri. Boruyu da delil listesine ekledi üstelik. O cemaatçiler ortaklarıyla kapışmasalar, şimdi içeride çile dolduruyor olacaktı. Hayatının dersidir. Genelkurmay başkanlığıdır bu, boru değildir!

Bu arkadaşın seleflerinden birini, cemaatin yönettiği o mahkemeye çağırıp, olup biten hakkındaki fikrini sordular. Kem küm edip bir süre laf çevirdikten sonra “kasaptaki ete soğan doğramam” dedi. Koca genelkurmay başkanı, “bana ne, ne halleri varsa görsünler” diyecek değil ya!

Bir başkası, Hüseyin Kıvrıkoğlu, aklınca irticai hareketlere ayar verdiğini düşünmekteydi. Muktedir olduğu günlerde dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e “28 Şubat daha bitmedi, 1000 yıl sürecek” dediği iddia ediliyordu. Bu sözü söylemesinden üç beş yıl sonra Ergenekon davası başladı. Davanın esası irticayla mücadele etmeye teşebbüs eden askerlerin tasfiyesiydi. Sordular beyefendiye, ne diyorsun diye. "Ergenekon'da suçlanan isimlerle ne tanışıklığım ne de konuşmuşluğum var" diye cevapladı. Hâlbuki “tarikatçı” dediği halefi ‘Soğancı Hilmi Paşa’yı pek yakından tanımaktaydı. Zira koltuğuna –dediği doğruysa- o tarikatçıyı oturtan kendisiydi.

Bir hoşluk daha. “Milenyumcu” bu 28 Şubat paşası, 28 Şubat davasına sanık olarak değil tanık olarak çağırıldı. Orada görüp duyduklarını anlatırken bin yılın lafını bile etmedi. Maksat, emekliliğin tadı kaçmasın.

Bir tarihtir, tarihleri. İrticayla mücadele ediyoruz diye diye Cumhuriyetin kendilerine teslim ettiği orduyu, bir avuç sümük yiyen familyasından badem bıyık tarikatçıya teslim ettiler. Üstelik o sümüklülerden yedikleri dayağın haddi hesabı yok. Sonunda gelip irtica iktidar olduysa sayelerindedir.

Bizde “harakiri” müessesesinin olmaması bir katliamı önlemiştir çok şükür. Onun yerine “encümen-i daniş”cilik oynayıp, boş zamanlarında da kitap yazıyorlar. Kitap dediğime bakmayın, yazdıklarını bir tür harakiri sayabiliriz. Zayiat korkunçtur!

Boş durmamış “güç odakları”nı yazmış paşamız, imzadaydı önceki gün. Hakkıdır, o odaklara yenilmişten, teslim olmuştan daha iyi bilecek değiliz ya! Güzel, geniş, rahat ülke burası. Cumhuriyeti bir avuç yobaza teslim etmenin utancını kimse duymuyor bizden başka...

***

Mağduriyete neden olmuş olmayayım. Bu paşaların irticayla mücadeleye güçlerinin yetmemiş olma ihtimalini görmezden geliyor değilim. Mümkündür.

Ama bu tarih bizim de tarihimiz, unutamıyoruz işte. Ta Ziverbey işkence hanesinde başladı bunların laik cumhuriyetle ve solla mücadelesi. Bize karşı pek acımasızdılar. Talat Ağabey, Talat Turhan yakında göçtü gitti. Ziverbey’de yol arkadaşlarının kendisine yaptıklarını anlatırken sınıf arkadaşlarına karşı tarifsiz bir öfke kaplıyordu yüzünü. NATO ordusuydular, ABD’ye bağlıydılar. O nedenle pek kararlı ve pek acımasızdılar. Talat Ağabey o gün o tezgâhta elektriğin şokuyla sarsılırken bunu anladığı için yıllarca kontrgerilla adlı bu hayalet şebekenin peşine düştü. Tam kuyruğundan yakaladığını sandığı anda bu Ergenekon işini çıkardılar. O hayhuyda at izi it izine karıştı, ortalıkta ne şebeke kaldı ne de kuyruk.

Sonra biliyorsunuz, 12 Eylülün ardından aramızdan milyonu aşkın arkadaşımızı, yoldaşımızı alıp alıp götürdüler. 90 güne çıkardılar gözaltı süresini. Kafalarına çivi çakılan arkadaşlarımız, günlerce bok çukurunda tutulan ve çıkarıldığında deri yerine derin yaralar taşıyan yoldaşlarımız var. Ormanlık alana götürüp, kaçmaya zorladıkları ve kaçıyor diye kurşunladıkları canlarımız var. Binlerce delimiz ve binlerce ölümüz var o günlerden bakiye. Erbil Tuşalp’in “Bin Tanık” kitabının veya benim “Faili Meçhul Cinayetler Tarihi”nin sayfalarını şöyle bir karıştırın, ne kadar güçlü ve ne kadar zalim olabildiklerini hemen anlayacaksınız. Sola karşı düzenin ormanında 10 kaplan gücünde olan bu arkadaşlar birden bire uysal kediye döndüyse, bağlı oldukları güç odakları öyle istedi diyedir.

***

Toplumun dinselleştirilmesi bir 12 Eylül projesiydi. Adım adım ördüler bu yolu. Solu gördükleri yerde ezdiler, yobazı buldukları yerde devleti teslim ettiler. Sonuç ortada. Şimdi koltuklarında Vakayı Hayriye’den bu yana gördüğümüz en tuhaf asker olan “Şahit Paşa” oturuyor. Geçen hafta bir sınır karakolunu teftişteydi tarikat şeyhlerinden biri. Dağıttılar eskisini, yerine Asakir-i Mensure-i Nakşibendiye’yi kurdular, “Allah’ımıza hamdolsun.”           

O arada laik cumhuriyet yıkıldı, hukuku ortadan kalktı. Yerde yatan onun ölüsüdür. Havuz gazetelerinden birinin ahmak muhabiri, cenazenin 24 Haziran’da kaldırılacağını müjdeliyordu, ben yazıyı yazarken. Dediklerine bakılırsa ölüye pamuk bile tıkamaya niyetleri yok arkadaşların.

***

Yıktılar da yerine kurdukları ne? Eğitimi imam hatipleştiriyorlar, yönetimi tek tipleştiriyorlar. Devletin kucağında biat ede ede tırmanan bu adamlar biate dayalı bir devlet biçimlendiriyor şimdi. AKP’ye, reisine biat etmeyenin devletin kapısından geçemeyeceği bir dönemin içindeyiz.

Dinselleşmede sona geldik yalnız. Bunun bir ölü kabuktan ibaret olduğu her halde görülüyor. Ahlaka gerek yok, camiye gitmek yeterli. İnanmaya gerek yok, türban takmak yeterli. Dini bilmeye gerek yok, badem bıyık yeterli. Yıktıkları, ölü ele geçirdikleri cumhuriyet ne yapıyorsa tersini yapmaya çalışıyorlar. Onlar için az din iyiydi, bunlar için az laiklik iyi. Onlar bütün imamları laik yapmaya çalışıyorlardı, bunlar bütün laikleri imam yapmaya. Ama olmuyor işte. Zorladıkça dinle sağladıkları yanılsama bozuluyor, paramparça oluyor.

***

Güç odaklarının çatışması önemli tabii, daha önce yazılmamıştı tarihi. Hem yazılsa bile dört yıldızlısını okumak başka. İlk fırsatta alıp okuyacağım İlker Paşa’nın yazdıklarını. Tavsiye ederim siz de okuyun. İster bilgilenin, ister harakiri hatırası olarak alıp saklayın.

Kör olasıca güç odakları; çökerttiler laikliği, yıktılar cumhuriyeti. Sorumlusu olan arkadaşlar ise oturmuş eğleniyor. Ne diyeyim başka? Gören de sanır ki genelkurmay başkanı benim!