Kurtuluş teolojisi

27 Şubat Necmettin Erbakan’ın ölüm yıldönümüydü, İstanbul’da sağda solda anma afişleri vardı. Sanırım artık iktidar partisinin de oldukça saygılı bir yaklaşımı var Erbakan’a. Bütün kurucuları onun öğrencileri. Stajlarını da onun partisinde yaptılar. Tayyip Erdoğan onun partisinden İstanbul Belediye Başkanı seçilerek adım atmıştı yüksek siyasete! Gelin görün ki Erbakan ve partisinin siyasi ölüm yıldönümü 28 Şubat’tadır. O günkü bildirinin hedefinde Erbakan ve partisi vardı. Öğrencileri, hatta Fethullah Gülen o bildiriyi yayınlayanların yanında saf tuttu. Erbakan uzun yıllar mücadele ederek biriktirdiklerini o gün AKP’nin kurucularına kaptırdı.

Erbakan bugün iktidarı elinde tutan öğrencilerinin tersine kapitalizm aleyhinde atıp tutmayı pek severdi. “Faizci kapitalist düzenin” azılı düşmanıydı söylediklerine bakılacak olunursa. Batılı medeniyetinin İslam dünyasını hedef almış bir oyunuydu kapitalizm. Komünizm de onun ikiz kardeşiydi. Kapitalist nizam zengini daha zengin fakiri daha fakir yapıyor, ahlakı bozuyor, dini çökertiyordu. Kapitalizm, komünizm hepsi karşı cephedeydi. Mücadele kapitalist sınıf ile işçi sınıfı arasında değildi haliyle, batıl ile hak arasında bir mücadeleydi esas olan.

Şöyle diyordu; “Kapitalizm de komünizm de halkı ezer. Kapitalizm bunu ekonomi ile yaparken komünizm devlet ile yapar. İkisi de Siyonizm’in maşasıdır.” Peki, bu durumda kurtuluş yolu ne? “Adil düzen” diye bir hayali vardı Erbakan’ın. O düzende ne ezilen olacaktı, ne de ezen.

Siyonizm takıntısı da kapitalizm takıntısına benzerdi. Zaten hoca bunların birbirinin içinden çıktığına inanırdı. Osmanlıyı Siyonizm yıkmıştı dediğine göre, Abdülhamit’i derdest edip Selanik’te Alatini Köşküne kapatanlardan biri olan İttihatçı Emanuel Karasu doğrudan Siyonizm’in ajanıydı. Osmanlının hiçbir suçu günahı yoktu dağılmasında, her şey İsrail’i kurmak için kurulan bir kumpastan ibaretti.

***

Bunları söylüyordu söylemesine ama bu arada adil düzenin köklerinin de Osmanlıda olduğu iddia edilebiliyordu. Bir sarayda konuşlanıp, etrafta karşısına çıkan her şeyi yağmalamaya dayalı bir feodal monarşide adalet ne arar? O monarşinin zulmettiği fukara halk şöyle koymuştu teşhisi:

“Şalvarı şaltak Osmanlı

Eyeri kaltak Osmanlı

Ekende yok biçende yok

Yiyende ortak Osmanlı…”

Peki, nasıl oluyor bu? İslamcıda tutarlılık aranmaz. Haliyle adaletin, eşitliğin, ahlakın ve dinin kökeni kişisel, bireysel bir şey olarak görünebilir. İktidardan adalet ummak, zalimden merhamet dilenmek, patrondan vicdani davranış beklemek üzerine kurulu tuhaf, çarpık bir politik bakıştır İslamcınınki.

“Adil düzen”inin temeli işte budur. Onda doğrular ve yanlışlar tuhaf bir biçimde birbirine karışır. Faize karşıdır ama kârın yılmaz savunucusudur. Batıya karşıdır ama partisinin bütün örgütlenmesi Batıya dayanır. Mesela “Milli Görüş” bu ülkedeki en Batılı kuruluştur. Faize “katılım payı” deyince esasını da değiştirdiklerini sanıyorlardı haliyle. Aralarında hiçbir fark yoktu ama bu yolla kapitalist uygulama kitabına uydurulmuş oluyordu.

Kapitalizm ve komünizm tek bir hokuspokusla birbirine eşitlendiğine göre duyan da hocanın başka bir ekonomik sistem keşfettiğini sanır değil mi? Bir sanı yaratmaktan ibaretti hayatı. Ağır sanayi kurup ülkeyi kalkındıracak ama buna karşın ezenin ve ezilenin olmadığı adil bir düzen oluşturacaktı. Nasıl, işte orası belli değil. Altıncı yüzyıl Hicaz ruhçuluğu ve Bedevi yaşam tarzından esinlenen ama gerçekte kapitalizmin çerçevesi dışına bir santim çıkmayan bir yaklaşımdı bu. Başbakan oldu yolun sonunda ve bu tuhaf teoriyi hayata geçirmek için tek bir adım atmadı.

***

Takipçileri “Saadet Partisi” altında örgütlü ama artık alıcıları kalmadı. Her seçimde eğlenceli videolar yapıp beğeni toplamaktan ibaret siyasi faaliyetleri. Ağır sanayi sizlere ömür, son kalıntılarını “özelleştirme” adı altında yandaşlarına yağmalattı öğrencileri. O sırada gericiliğin dozunu fazla kaçırdıklarından ülkeyi Batıdan da koparmayı başardılar. Ülke bir uçtan bir uca İslamcılıktan yıkılıyor fakat piyasa ekonomisi dimdik ayakta. Ahlak silindi. Dine ilgiden Diyanet’in kapıları kırılıyor, ülkenin yarısını imam-müezzin yazdılar az zamanda, her şey İslami, sadece “adil düzen”den bir iz yok. Eskiden olduğu gibi zengin daha zengin oldu, fakir daha fakir. Yani tersi gerçekleşti hocanın teorisinin, vahşi kapitalizm boy verdi hak’ın fideliğinde.

“Saadet”liler olmasa bile “Antikapitalist Müslüman” arkadaşlarımız Hocanın izinde. Eşitliğin ve özgürlüğün köklerinin 6. yüzyılda olduğuna inanıyor onlar da. Dediklerine bakılırsa Fransız Devrimine, Rus Devrimine, Türk Devrimine bakılmaksızın bugün iyi ve yüce olan hangi değeri varsa hepsi ilk Müslümanların yaşam deneyimlerinden devşirilebilir. Ekonomi teorisi de dâhil.

Kuran’a girmiş veya dışında kalmış hadislerden bir ekonomi teorisi çıkarma çabası dünyanın en tuhaf ve en nafile işlerinden biridir. “Sosyal İslam”ı komünizme benzetmek için şaşı olmak gerekir. İhsan Eliaçık, “Bu nedenle İslam’ın ekonomi-politik yorumunun sosyalizme yakın olduğunu, Lehu’l-Mülk şiarının komünal mülkiyet anlayışını çağrıştırdığını söylememe rağmen, buna sosyalist veya komünist İslam (anlayışı) demedim, demiyorum” diyor ki dememekle iyi yapıyor. Antikomünizm İslamcı hareketin fıtratındandır.

Peki, “sosyalizme çalan kavramlar ne olacak” diyorsanız not düşeyim. Büyük âlimimiz Turan Dursun “Kuran Ansiklopedisi”nde “emek” kavramı için şunları yazıyor: “Kuran’da ‘emek’, ‘çaba’ ve ‘çalışma’ karşılığında yer alan sözcükler, ‘din-iman’ içeriklidir. Başka bir deyişle, ayetlerde geçerli olan emek, iş, gösterilen çaba ve tüm ‘çalışma’larda, ‘dinsel buyruklara uygunluk’ ve ‘iman’ istenir. Ayrıca emek, çaba, iş ve çalışma anlamlarını içeren ‘amel’ sözcüğü ve türevleri, ‘mutlak’ olarak, yani bir yöne bağlanmadan yer aldığı yerlerde, ‘dinsel buyrukların yerine getirilmesi’ anlamını taşır. O nedenle bir ‘kafir’in ‘amel’i geçerli değildir. ‘Boşuna’dır.”

Ansiklopedi’de “eşitlik” olmadığından, “adil”e başvuruyoruz. Dursun’a göre, “adl” tanrının isimleri arasındadır fakat bu sözcük tanrının kıyamet günündeki adaletine ilişkindir. Dünyevi değildir ve eşitlik ile karşılanamaz. Tanrının dünya yaşamına ilişkin adaleti, “adalet” anlamına gelen sözcüklerle değil, dolaylı olarak anlatılır. Demek ki “yorum”a, meale başvurmak gerekir. Kıyas yapacaksın ve bir yeni yoruma ulaşacaksın. Bunun dışında iki kaynak var; kitap ve sünnet. Demek yazıldığı ve yaşandığı çağın dünya görüşü ve yaşam biçimi ile sınırlıyız sonuçta. Nedir esası; kölecilikten feodalizme, kabile toplumundan devlete geçiş.

İslam, Arap coğrafyasında kölecilikten feodalizme, kabileden devlete geçişin ebeliğini yaptı ama sonra bunların ardından gelen kapitalizmle de uyumlu yaşamak için evrimleşmek zorunda kaldı. Tıpkı Hıristiyanlık gibi o da bizzat mevcut dünyevi düzen tarafından şekillendirildi. Onun için “İslam düşünürler” modern ve ileri ekonomik gelişmelere dini geleneklerin bir engel oluşturmadığını göstermeye can atıyorlar. Biliyorlar ki inançlarının geleceği bu noktadaki performanslarına bağlı.

***

İslam’ın antikapitalist yorumu mümkün mü? Derin sorunlarla karşı karşıya kaldığımız bir alandayız. Kaynak olarak kullanacağınız hadisler sadece İslam’ın doğuşunun değil ardından gelen 2-3 yüzyılın etkisini taşır. Doğuşu takip eden 2-3 yüzyıllık süreçte derlenip bir araya getirilmişlerdir. Daha önemlisi “sahih hadislerden oluşan” Kuran’da özel mülkiyet karşıtlığı bulmak bir aşırı yorumun ürünü olabilir ancak. Tam tersine mirası bir kurala bağlamaya çalışır, eşitsizlikleri dert edinmemeyi, kölelere iyi davranmayı, yoksulların hakkını gözetmeyi öğütler. Allah nezdinden servetin bir yararı yoktur ama varlığı da kötü bir şey değildir. Dolayısıyla üretim araçlarının mülkiyeti ile ilgili de hiçbir kısıtlama yoktur. Ücretli işçiliği bir yana bırakın kölelik de normal bir şeydir. Ekonomik faaliyeti, kazanç peşinde koşmayı, para için üretimi hem kitap hem de sünnet makul karşılamaktadır.

Yani ortalıkta kapitalizmin gelişimine yardımcı olacak bir inanç vardır. Papaz Max Weber’in Protestanlıkta aradığı “kapitalist ruh”, İslam’da yaşamaktadır. Zaten dinin eşitsizliğin zincirinden kurtardığı herhangi bir insana rastlayamazsınız yeryüzünde. İsa Musa’ya, Muhammet İsa’ya kurtuluşu vaat eder, ezilenler acı çekmeye devam eder, işte hepsi bu.

***

Modern proletarya siyaset sahnesine 19. yüzyılda çıktı. Sosyolojik varlığı birkaç yüzyıl daha geride. Altıncı yüzyıldaki köle ile akrabalığı da oldukça izafidir. Üstelik onun bir inanca dâhil olarak kurtulma şansını bütünüyle ortadan kaldırmıştır kapitalizm. O nedenle devrimci bir sınıftır proletarya.

Başka türlüsü ham hayaldir, imkânı yoktur. Bir işçinin “işçiyim, komünistim, TKP’liyim” demesi de bu tabloda çok değerlidir haliyle. Hiç küçümsemeyin, hiç yabana atmayın.