İtleşmenin tarihi

Türkçesi “it”tir. “Köpek” biçimi 15. yüzyılda ortaya çıkmış. Çağatay dilinde “şişmek, kabarmak” anlamına gelen “köpmek” fiilinden türediği sanılıyor. Başlangıçta “iri it”lerin adıydı. Sonra bütün itleri karşılamaya başladı. Bizim kelime ile tanışıklığımız “Sadettin Köpek” adlı Selçuklu vezirine dayanıyor. Adama it mi dediler, yoksa iri bir ite mi benziyordu, orası muamma. Makamı dolayısıyla “şişmiş, kabarmış” da olabilir. Kılıçla yaşadı, kılıçla öldü. Kaynaklara göre zalim, entrikacı ve muhteris biriydi. Kaldı ki çok kurcalamaya gerek yok, adının “it” anlamına gelmesi de pek şaşırtıcı değildir. “İt”ten, “itliğin” türemesi çok sonradır zira. 

Sadettin Köpek konusunda mütereddit olsak bile köpekler konusunda hiçbir tereddüdümüz yok. Kedi köpek sevgimiz malum. Köpeğin Türkçeye girmesinden bu yana gündelik yaşamın birer parçasıdır ikisi de. Mesela 19. yüzyıl seyyahlarının İstanbul’a ayak basar basmaz gözlemledikleri ilk şey sokaklardaki köpek hâkimiyetiydi. Bir köpekler şehriydi İstanbul. Mahalleler köpek çeteleri tarafından parsellenmişlerdi. Girmek, çıkmak onların iznine tabiydi. Tanıdıksanız ne âlâ, yabancıysanız taciz kaçınılmazdı. Bu durumda onların dilinden anlamanız, sağlam bir iletişim kurmanız İstanbul sokaklarında dolaşmanın şartlarındandı. Hatta kaynaklardan birinde, “hoşt” demeyi beceremeyen Levantenlerin başına gelenler oldukça eğlenceli sahnelerle anlatılıyor.

Edmond De Amicis ise “İstanbul” adlı kitabında şöyle not eder gördüğü sahneyi: “Ne tasmaları, ne sahipleri, ne kulübeleri, ne evleri, ne de kanunları vardır. Bütün hayatları sokaklarda geçer. Orada kendilerine küçük oyuklar kazarlar, karınlarını doyurup uyurlar, doğarlar, yavrularını beslerler ve ölürler ve hiç kimse köpekleri dolaşırken veyahut yatarken rahatsız etmez.” 

***

Ama dışarıdan gelenlerin o ilk izlenimleri genellikle doğru değildir. Bazen sayıları sokakları geçilmez kılacak kadar çoğalmakta, bu durumda sorunu halletmek üzere adım atmak da kaçınılmaz olmaktadır. Bu adımların neden olduğu pek acıklı köpek hikâyeleri vardır tarihimizde. 

İlk vaka II. Mahmut zamanında. Onun emriyle sokaklardan toplanan köpekler Hayırsız Ada’ya sürüldü. Ancak köpekleri taşıyan vapur yolda fırtınaya yakalanınca geri dönmek zorunda kaldı. Olayı duyan İstanbul halkı sarayın kapısına dayandı. II. Mahmut da köpeklerle uğraşmayı tekinsiz buluyor olmalı ki kararından vazgeçti. 

Abdülaziz de köpekleri toplatıp Hayırsız Ada’ya göndererek kurtulmayı denedi. Köpeklerin adaya bırakılmasından bir süre sonra İstanbul’un çeşitli semtlerinde büyük yangınlar çıktı. Halk bu yangınların köpeklerin gazabı olduğunu düşünüyordu. Abdülaziz daha fazla dayanamadı, köpekler Hayırsız’dan toplanıp geri getirildi. 

Bizim sağcı-dincilere bakılacak olursa, İstanbul köpeklerinin en mutlu olduğu dönem Abdülhamit dönemiydi. Köpekler onun inayetiyle mutlu mesut yaşayıp giderken, İttihatçılar gelip huzurlarını kaçırmıştı. Hatta huzurlarını kaçırmakla yetinmeyip tehcire bile başvurmuşlardı. Dâhiliye Nazırı Talat Paşa (gözü kör olasıca!) sokaklardaki egemenliğine son vermek üzere, 1910 yılında İstanbul köpekleri için sürgün kararı aldı. Birkaç gün içinde sokak köpekleri toplandı, kafeslere tıkıldı, mavnalara yüklenerek Hayırsız Ada’ya götürüldü. Fakat heyhat, ada çıplak bir kayadan ibaretti. (Kesin İttihatçı oyunudur bu da…) Adaya bırakılan köpekler bir süre sonra açlıktan birbirlerini parçalamaya başladı. Sürgün hayvanların bakımları için Belediye Meclisince bir miktar ödenek ve görevli tahsisi yapılmıştı gerçi ama İttihatçı zihniyeti hizmet götürülmesine mani olmuştu.

Bu kadar fesli Kadir tarihi yeter. İstanbul’un köpek sorununu İttihatçıların da nihai çözüme ulaştıramadığını biliyoruz. İstanbul bir köpek şehri olmaya devam etti. Bugün de bir köpek şehridir. Sokaklarından havlama, evlerinden miyavlama eksik olmamıştır hiç.

***

Amma velakin köpeğe kediye tecavüz vakaları yenidir, İslamcı iktidarı zamanındadır. İmamlar bebelere, hacı dedeler kedi ve köpeklere dadanmıştır tarihte ilk defa. Her gün tüyler ürpertici bir vaka ile karşı karşıya kalıyoruz o yüzden. Çünkü suçu iktidar yaptılar. Suçsuzlar, masumlar birer avdan ibaret artık. “Bir kereden bir şey olmaz hukuku” gereğince tecavüz edilecek her şey; kadın, hayvan, çocuk, bank, cansız manken, damacana tehlike altında.

Bu soysuzluğu tek başına iktidar aygıtına bağlayacak değiliz. Pedofili bir suç olmaktan çıktı, çünkü devleti var eden karanlık güç öyle istiyor. Hayvanlara tecavüze hafifletici sebep arıyor devlet, çünkü tabanda yaygın bir suç bu. Ensest bir tabu haline getirildi, çünkü o karanlık meşru görüyor. Daha dün dellenmediler mi “anamızın diz kapağından tahrik oluruz” diye. 

Nedir bu sapkınlığın esası peki? Çok basit; insanı tükettiniz mi altından bir ortaçağ canavarı çıkar. Dini hesapsız çoğalttınız mı vicdan azalır, ahlak yitip gider. Hayat kitapta yazana göre düzenlenmeye başlanır. O da sizi 7. yüzyılın eşiğine götürüp bırakır.

***

Hâlbuki daha düne kadar hayvanlarla iç içe yaşamaktaydı bu karanlık kalabalık. İneğine ad takan, kaybında arkasından ağıt yakan bir halktan kediye tecavüz eden, köpeğin kolunu bacağını koparan, kaçıyor diye ineğine palayla saldıran tuhaf bir mahlûklar yığını türedi az zamanda. Kaldırın başınızı ve bakın; dağı taşı yağmalayanlar, dereleri kurutanlar, denizi dolduranlar, bulduğu her boşluğa beton dökenler de onlardır. Hırsızın kutsanması bundan, arsıza tapınılmasının nedeni bu. Bundandır katillerin masum, kurbanların suçlu ilan edilmesi. 

Mutlak bir itleşmedir, itliğin iktidarındayız…

Tekrar edeyim; İnsanı tükettiniz mi altından bir ortaçağ canavarı çıkar. Gelir, şarabınızı döker, saksınızı çiğner, duvarınızı yıkar, soğanınızı çalar, her şeyi kötüler, kedileri tekmeler, köpekleri parçalar…

***

Kediye, köpeğe, kuşa dadandı karanlık. Dokunduğu her şeyi kendi cehennemine sürüklemekte kararlı.  

Ama ben de inanırım kedilerle köpeklerle uğraşmanın tekinsiz olduğuna. Sapanca’da yarım bırakılmış o köpekten biliyorum, bir yangın yaklaşıyor kötülüğü silip süpürecek. Bir büyük fırtına kopacak sonra. Devrilecek karanlık, ahı yerde kalmayacak çekilmiş acıların…