'Yasak Alan'a giren öyküler

“Yasak Alan”, Mehmet Kuvvet’in son öykü kitabının adı. Kurşun Kalem Edebiyat Dergisi’nin kardeş kuruluşu olan Nezih Er Yayınları’ndan çıkan kitap ilk olarak TÜYAP 18. İzmir Kitap Fuarı kapsamında, 25-28 Nisan tarihleri arasında okuyucuyla buluşacak ve yazarı tarafından imzalanacak.

Trabzon Çağdaş Yazarlar ve Sanatçılar Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı da yürüten Mehmet Kuvvet, 2009 yılında Kül Sanat’tan çıkan “Somas’tan Ay Işığına” kitabı ile öykü dünyasına merhaba dedi. İki yıl sonra da Kanguru Yayınları’dan “Uzağın Kokusu” adlı öykü kitabını çıkardı.

“Yasak Alan” “Uzağın Kokusu” ile başlattığı ve kendine has şiirsel bir dil örgüsünün devamı niteliğinde. İçsel döküşün zaman-mekân aidiyetsizliği içindeki yolculuğunu ve bu yolculuğun sonu olmayan, yer yer travmalar şeklinde karşımıza çıkan yasak alanlar üzerine kurgulanmış öyküler. “Neden hep 'ama' ile bitiyor cümleler?” Bu soru neredeyse bütün öykülerin öznesi durumunda. Ve düşler onun için karanlık bir odaya taşınmış aynalardan ibarettir. Teni görünmez kılan nesnelerin varlığı ise özlem duygusuna ayrı bir mutsuzluk katmaktadır.

“Yasak Alan”, tuz ruhu gibi genizleri yakan cümlelerle örülmüş. “En çok (in)sana gereksinim duyduğum günlerde, kazıyıp içimi bırakıyorum geceye.” İçsel bir sömürü gibi duran yalnızlık, aslında iki boyutlu bir bekleyişin anlatıcısıdır. Sarsıntılara ve yangınlara karşı hem insanlığı hem de sevdiği kadını ortak etmek, böylece çaresiz görünen aşkına duygudaş birilerini aramaktadır. Bu durum onu gecenin yasından kurtarır mı bilinmez. “Kim kimin avuç içinde? Zamanın eskittiği ben yetişebilir miyim gençliğine? Ah! Bir de şu beden yaşlanmasa. Çünkü o gençlikteki dinginlik de yavaş yavaş yasak alana girmektedir.

Rüyada da olsa uyutma, özledim…
Uzaklığı öfkesi mi, yoksa kabullenilmişliğin derinleşen sızı mı? Neresinden tutarsak tutalım bu cümle, aşkın belirginleşen saflarında karşılıklı söylenen bir paroladır. Kitap boyunca karşımıza çıkan tüm “pullanmamış soruların” cevabına erişebileceğimiz bir parola. Rüzgârın taşıdığı tüm kokulara yasak koymanın anlamsızlığını tartışadursun yazar, biz “Yaktıklarım, yazdıklarımı geçmeden dönersin değil mi?” sorusunun izini sürelim kitap boyunca…

Özlem duygusunun yürekte iflah olmaz bir sanrıya dönüşmesi, el ile dilin aynı anda tutulması ve bir fırtınayı “yaşamak ile ölmek arası” bir yere oturtturması, beklemek eyleminin içindeki tüm umutları döküp saçıyor. Derin bir umutsuzluk ve karamsarlık. Gitmiştir ve daha dönmeyecektir sevgili. Kocaman bir enkaza dönüşmüştür bekleyen. “Yokluğunda anne ölüsü gibiydi gece. Seni anımsatan defneler çiçeklerini dökmüştü.” Gece yine yalnızlığın tek imgesi. Ya da tutunabildiği tek gerçeklik. Ki bu gerçeklik de “Kaç gece nöbetteydi yaşamı söndürmek için eczaneler?” cümlesiyle sorgulanır hale gelecektir.

“Yasak Alan”, yazarın dilinde kendini özleten bir alandır da ayrıca. Sevgiliyi o alana davet eden bir mektuptur da. “Hiç değilse bilenmiş bir ustura gibi bakabilmeliyiz hayata ve yağmura...” Bedenin ve aklın bu çağrısı, yasaklı bahçelere ve girilmesi korkulu sokaklaradır. Nelerin uğruna savaş verileceğini ona öğreten sevgiliye nelerden vazgeçebileceğinin de bir başka susma biçimidir. Kâğıda ağlamaktan başka yapacak bir şeyi yoktur oysa. Yazar: “Yaşanılan her şey küçük bir tebessüm dudaklarda” demekle yetinir sadece…

Sonra mektuplarla avutur kendini. Pullanmamış mektuplarla. Sevgiliyi uzağa uğurlarken “Her şey Nazım'ın şiirleri ile başladı. Kalem, kâğıt, iki yemin ve sonra. Sonrası alnından öpemeden gidişin.” Böyle söyler. Ama içinden. Kentin bütün ışıkları söner, sokaklar anlamsızlaşır, vitrinler paldır küldür dökülür…

Kitabın birinci bölümünde yer alan öyküler birbirinden farklı gibi algılansa da aslında tek bir tema üzerinde dolaşan “nehir öykü”lerdir. Aşkın, özlemin, umutsuzluğun ve kaybedişin derinleşen izini sürer. Çıkış yollarının kapandığı her yer birer yasak alandır.

Kitabın son bölümü kısa öykülerden oluşuyor. Toplumsal duyarlılığın ve politik söylemlerin öne çıktığı öyküler bunlar. Dil ve kurgu anlamında “olay öyküsü” diye adlandırdığımız tarza daha yakın. Yazar bu bölümde siyasetteki yasak alanların varlığını fısıldıyor kulağımıza. “Üç Deniz” adlı kısa öyküsünü hep birlikte okuyalım.

Mayıs sabahı kabardı deniz’ler. Üç kuş havalandı yoksul semtlere doğru. Düşleri yırtık çocukların uçurtmalarına değdi kanatları. Çamurlu gülümsemelerden kazınan umutlar, çocukluğumun kale surlarında üç aslanağzı çiçeği şimdi.

Suça eğilimli herkesi Mehmet Kuvvet’in “Yasak Alan” ını okumaya davet ediyorum…

Ömer Turan
[email protected]