Sizin neyiniz var?

Sizin bir sarayınız var!

Bugünkü zaman içinde.

Bilmem kaç odalı, cilalı ve oyma taşlı.

Kibrin fotoğrafı; çarpıyor her gün yüzümüze, vicdanımıza ve aşımıza.

Görgüsüzlüğün resmini yap deseydi şair, bundan âlâsı yapılamazdı.

İçten içe çürüyorsunuz, farkında mısınız? Sesinizin ve soluğunuzun kara lekeleri sinmiş sarayınızın duvarlarına. Yalan yüzler akıyor camlarınızdan, yalan gülüşler.

Yanlış adamlar geliyor kapınıza ve küf kokuyor masalarınız.

Sizin mutfağınızda “ölü canlar” kaynatılıyor ve sofralarınız baştanbaşa zulüm menüsü.

Gördükçe kanımız çekiliyor, elsiz ayaksız kalıyoruz.

Sizin sarayınız büyük riyalar binası. Tablolarınız sökülmez birer leke.

Barbarlar giderken silahlarını size bırakmış olmalı, koridorlarınız bir uçtan bir uca korku heykelleri. Tuhafsınız, içinizden dışınıza bakamıyorsunuz.

Teniniz kokuyor durmadan.

Çünkü derinizde bir tuz sürümü yeriniz yok.

Sizin bir sarayınız var!

Bir de ters dönmüş aklınız…

***

Sizin soytarılarınız var!

Bütün zamanlar içinde.

Kadınlı erkekli, sazlı sözlü ve beyninden yırtmaçlı hepsi.

Ara ara gelirler sarayınıza, türlü şekillere girer, türlü şapkalardan çıkarlar.

Ağızlarında mayhoş bir iktidar tadı. Güldüler mi yağmur buluta kaçıyor gerisin geri. Ceylanların nazı düşüyor, ovalar, çayırlar üşüyor. Kirli seslerle dolaşıyorlar aranızda, insanın insana özlemi çoğalıyor. Sizi soytarılarınızın acizliğiyle tartıyoruz onur terazisinde.

Sarılırken birbirinize ne kadar da şekilsizsiniz.

Bu yüzden, konuşurken aptallaşan ve yürürken yalpalayan bir ömrünüz var.

Kim kimin suçunu örtüyorsa artık, hâlâ herkesin en güzel oyunu bu.

Soytarılarınız ki, kalpleri gövdelerinden bin arşın ötede.

Yanlışlarınıza bahaneler üretiyorlar ve eğilip bükülüyorlar sürekli, putlarının önünde.

Soytarılarınız ki, boşluğu sayıklayan diğer sesiniz.

Sizin için eğlenceli bir gösteri, bir sanat içeriği.

Bize göre mi? Baştan sona işveli bir saray gevezeliği.

Sizin soytarılarınız var!

Bir de aklınızı yalayanlarınız…

***       

Sizin bir diliniz var!

Geniş zaman içinde.

Kabarıp taşan ve bir örümcek ağında yaşlanan.

Sevgiyi icat etmemiş iki dudak, zehir kusuyor durmadan.

Bir konuşuyorsunuz, süt ekşiyor kazanda. Baltalar çıkıyor ve tamtamlar yuhalanmış bir çiçeği kovalıyor. Dilinizdeki köz, haramiler tarihinden emanet.

Sabırdan ve şaraptan gazellenmemiş, güzellenmemiş bir yudum şarkıdan.

Diliniz gerçeğinizin ta kendisi; öyle çöl, öyle çukur, öyle sabıkalı.

Çünkü ömrünüz bir insanı sevmekle değil, içinizdeki şiddeti övmekle geçiyor.

Duydukça bir evin yıkıldığına, bir sokağın bu dünyadan taşındığına tanık oluyoruz.

Dilinizin üzerinde eşkıyalar geziniyor ve ruhunuz karanlık bir atlas.

Vuruyor, öldürüyor; diliniz kin kuyusu. Döndükçe dibe doğru sürüklenen.

Konuştukça batıyorsunuz, farkında mısınız? Sesiniz titriyor aslında, dilinize yerleşen korku öfkeleri bundan. Ve uzun bir yalnızlık bekliyor sizi.

Çünkü üzerinizde bütün annelerin ahı var.

Sizin bir diliniz var!

Bir de olmayan insanlığınız…

Ömer Turan

[email protected]