Paket in İslam

Yolda, geliyor, birazdan, nerede kaldı derken paket kürsüdeki adamın önünde. Adam önce paketin önem ve hassasiyetine ilişkin uzun bir konuşma yapıyor. Öyle ya paket bu boru değil. Önsöz olmadan olmaz. Konuşma uzadıkça uzuyor. Salondakilerin de göz kapakları ha düştü düşecek. Birden herkesi hayretler içinde bırakan bir şey söylüyor kürsüdeki adam. O güne kadar hiç duyulmamış bir şey bu. Salondakilerin gözleri büyüyor, televizyon karşısındakiler şaşkın. Dünya nefesini tutmuş bu şeyi yorumlamaya çalışıyor. Adamın söylediği o şey tarih sayfalarına altın harflerle yazılıyor:

Klavyelere özgürlük getiriyoruz.

RTE’nin geçen hafta açıkladığı demokratikleşme paketi ile dalga geçtiğim sanılmasın. Paketin anlam ve öneminin özeti bu aslında. Yani dağ fare bile doğuramadı. Daha paket açılmadan yandaş çevrelerce estirilen olumlu havanın biz sosyalistler açısından bir anlam ifade etmeyeceğini biliyorduk. Çünkü paketi açan da belliydi açtıran da. Nihayet gördük ve her zamanki gibi yanılmadık. Ne yalan söyleyeyim geçmiş yıllarda halkı inim inim inleten Tansu Çiller’in paketlerini beklerken daha heyecanlıydık.

Soldan sağa hükümete muhalif basın ve yayın kuruluşlarının çağrılmamasını da çok normal karşıladım. Çünkü paketteki özgürlük anlayışı, muhalif kesimin isteklerine yönelik değil tamamen kendi ellerini güçlendirecek şekilde kaleme alınmıştı. Yandaş medya ile birlikte kendin pişir kendin ye muhabbeti içinde olmaları bu açıdan doğaldır. Neymiş efendim, başbakan soru sorulmasını istememiş. Kim soru soracaktı ki? Ertesi gün yedisi birden “Bu pakete canımız feda” yazan gazeteler mi? Yoksa “Bu ülkede gerçek bir sosyalist varsa o da Başbakan Erdoğan’dır” deyip bir güzel azarlanan jöleli mi?

Paketten yeni ve özgürlükçü bir söylem çıkmadı. Aleviler yok, cemevleri yok, ateistler yok, kadınlar yok, ezilen kesimler yok, eşcinseller yok, çevre yok, hayvan hakları yok, barış adına bir çözüm yok. Yani her şey var ama demokrasi yok. Bu paketi ben önce "Haziran Direnişi"ne karşılık hükümetin mecburi bir hamle yapma gösterişi gibi algıladım. Sonra satır aralarına gizlenmiş tuzaklar birer ikişer ortaya çıkmaya başlayınca olayın rengi de daha seçilir oldu.

AKP, kafasındaki dinsel rejim modelini yerleştirmek için gerekli bütün alt yapıyı yıllar içerisinde hazırladı ve şimdi de bu paketle uygulamaya koyuyor. Ne kadar dinsel ayinle ilgili ve uygulama varsa hepsinin önünü açtılar. Böylelikle eğitim sisteminden kamudaki türban serbestliğine kadar uzanan bu süreçte her alana din faktörünü eklemleyerek İslam’ın referans alınması bilincini yerleştirdiler. Tarikat ve cemaatlerin önünün açılması ve özellikle yardım toplamaları konusunda serbest bırakılmaları çok tehlikeli bir süreci başlatacaktır. Çünkü bu uygulama şeriat devletine doğru gidişin en büyük göstergesidir.

Tersinden okursak Büyük Ortadoğu Projesi ile birlikte Türkiye’ye biçilen Ilımlı İslam modeli AKP eliyle gerçek anlamda şimdi yürürlüğe sokuldu. Erdoğan’ın öteden beri bölge ülkeleri içinde aktif rol üstlenme çabası bu oluşumun önemli bir parçasıydı. Gelinen noktada AKP, bir taşla iki kuş vurmayı hedefliyor. Hem Cumhuriyet’ten rövanş almayı hem de Haziran Direnişi’ndeki tutumundan dolayı gözünden düştüğü ABD’nin güvenini yeniden kazanmayı.

Bir demokrasi paketi içinde olmazsa olmaz dediklerimizin hiçbiri yok. Ama kocaman bir dini dayatma ve bunu hoş gösterme çabası var. Dini, vicdani sorumluluktan çıkarıp kamusal alana yayıp bir yaşam tarzı statüsüne sokma gayretleri var. Pakette özellikle bir madde var ki enine boyuna tartışılması ve irdelenmesi gerekiyor.

Hani “nefret suçları” için öngörülen cezalar var ya, o maddeden söz ediyorum. Görünürde eşcinsel ayrımcılığın cezalandırılmasına ilişkin bir düzenleme gibi okunuyor. Asıl büyük tuzak burada işte. Çünkü hükümetin bu bireylere bakış açısı belli. Hatta böyle bir kararı alacak kadar cesur da değiller. Zaman içinde göreceğiz, bu cezalar AKP ve Erdoğan'dan nefret edenlerden tutun da muhalif olan her kesime ve görüşe karşı kullanılacaktır. Dayatmak istedikleri dinsel yaşam modeline karşı çıkanları “nefret suçu” kapsamına alıp cezalandıracaklardır. Ve eminim ki bu yaptırımı yine en çok eşcinsellere uygulayacaklardır.

Bu bağlamda paketin içeriğine kodlanmış tuzakları açığa çıkarmak ve anlatmak aydınlara, onurlu köşe yazarlarına ve biz sosyalistlere düşüyor. Çünkü görünenle gizlenen arasında derin uçurumlar mevcut. Nereden tutarsanız elinize AKP’nin pisliklerini meşrulaştırma manevraları bulaşıyor. Nereden bakarsanız gözünüze AKP’nin yok etmeye çalıştığı değerlerimiz çarpıyor. Bu paket baştan sona bir öç alma duygusu ile yazılmış. Ayrıca sağlıklı düşünen bir insanın çok kolay algılayabileceği mantık hatalarıyla dolu. Beynini kiraya vermemiş bir yazarın, gazetecinin hemen fark edebileceği şeyler bunlar. Ama ne yazık ki bu ülkenin aydın ve sosyalistleri içinde “yetmez ama evet”çileri de gördük. Şimdi yine birçoğu bu paketi sevinçle karşıladı. Erdoğan’a yine methiyeler dizmekteler. Yazık, çok yazık.

Köy isimlerini değiştirmekle, klavyeye üç harf daha eklemekle ne demokrasi geliyor ne de insanların karnı doyuyor beyler! Onca yazar ve gazeteci hapisken üstelik.

Sorun daha derinde ve AKP’de. Tez elden bu siyasi yapının ait olduğu siyaset çöplüğüne atılması gerekiyor. Çünkü yeryüzünde durdukça fena kokuyor.

Yazıma son vermeden bir demokratikleşme önerisi de ben yapmak istiyorum. Eminim Erdoğan’ın çok hoşuna gidecektir.

Bir üniversitenin adı değiştirilerek kültürel ve sosyal bir hakkın iadesi sözkonusu ediliyorsa, hiçbir kültürel sanatsal ve bilimsel ölçüte uymayan Rize'deki Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi'nin adının da acilen değişmesi gerekiyor. Onun yerine Türkiye'de (Özellikle Rize'de) çay tarımının başlamasına ve yayılmasına önderlik etmiş ve “çayın babası” olarak bilinen Zihni Derin'in adının verilmesini talep ediyorum.