Hayatı çalınmış bir yazar: Hasan İzzettin Dinamo

26-28 Nisan tarihleri arasında Trabzon’un Akçaabat ilçesinde bir dizi sempozyum vardı. İlçenin sosyal, kültürel, tarihsel ve sanatsal boyutlarının işlendiği sempozyum konularından biri de Akçaabat Ahanda köyü doğumlu Hasan İzzettin Dinamo’ydu.

Prof. Dr. Kemal Çiçek’in yönetiminde gerçekleştirilen sempozyumun katılımcıları ve bildiri konuları şöyleydi: (Broşürde yazılan şekliyle)

Prof. Dr. Ali Birinci (Polis Akademisi)
İstanbul’da Akçaabatlı Bir Şair
Yrd. Doç. Dr. Hatem Türk (Giresun Üniversitesi)
Ahanda’dan Karacaahmet’e 87 Yıllık Bir Şiirin Öyküsü: Hasan İzzettin Dinamo’nun Şiirleri’
Okt. Emine Bilgehan Türk (Giresun Üniversitesi)
Savaş Yıllarının ve Milli Mücadelenin Ahanda’dan Yükselen Sesi: Hasan İzzettin Dinamo’nun Romanlarında Karadeniz’’
Mehmet Kuvvet (Eğitimci- Yazar)
Bir Ahandalı: Hasan İzzettin Dinamo

Mehmet Kuvvet, aynı tarihlere denk gelen İzmir Tüyap Kitap Fuarı’ndaki etkinliğinden dolayı sempozyuma katılamadı.

Doğumundan ölümüne kadar bütün yaşamı acılar, yoksulluklar, işkenceler, sürgünler ve hapisler içinde geçen Hasan İzzettin Dinamo bu sempozyumda deyim yerindeyse yeniden katledildi. Herkesin google üzerinden kolayca erişebileceği yaşam öyküsü ve şiirlerinden başka araştırmaya yönelik yeni bir bilgiye rastlamadım. İlk konuşmacı Prof. Dr. Ali Birinci içinde Hasan İzzettin Dinamo geçen bir cümle dahi kurmadı. Yazdığı kitaplarının reklamını yapmaktan başka neyi anlattığını açıkçası anlayamadım. İkinci konuşmacı Yrd. Doç. Dr. Hatem Türk ise tam bir fiyasko örneğiydi. Bir kere bildiri başlığında çok önemli bir hata yapmıştı. Dinamo’nun 80 yıllık ömrünü 87 yıla çıkarmış. Yaptığı hatayı birisi ona söylemiş olacak ki konuşması sırasında bu hatasından dolayı özür diledi. Bir akademisyen, hazırlandığı konu üzerinde doğru dürüst bir araştırma yapmadan insanların karşısına çıkabiliyorsa, yetiştirdiği öğrencilerin durumunu varın siz düşünün. Diğer önemli gafı ise, Dinamo’nun şiirlerinde isyan yoktur cümlesiydi. Dinamo’yu hamaset edebiyatına eklemlendirmeye çalışması ve onun devrimci tarafını etkisizleştirip düzen yanlısı gibi göstermesi başlı başına yazara bir ihanetti. Üçüncü konuşmacı Emine Bilgehan Türk’de Dinamo’nun birkaç romanının özetini çıkarmıştı sadece. Romanlardaki felsefeye, sosyolojik olguya ve karadenize hiç değinmedi. Kısacası ortaöğretim okulları açar gibi üniversiteler kurup içi boş akademisyenlerle ne tarafa doğru sürüklendiğimize bir kez daha üzülerek tanık oldum.

Sempozyumla ilgili diğer eleştirilerimi yazımın sonuna saklayıp kendi deyimiyle onu mesleğinden, geleceğinden ve yaşam umudundan eden, tam otuz yıl dayanılmaz bir çilenin içine atan iki şiirinden söz etmek istiyorum. İsyan sözcüğünün Dinamo’nun yaşamında ve eserlerinde nasıl bir izlek oluşturduğunu da göreceksiniz.

Yıl 1944
Hasan İzzettin Dinamo İstanbul’da arkadaşı Hasan Basri Alp’in (Daha sonraları Sansaryan Han’da polis tarafından merdiven boşluğundan atılarak öldürülür. Emniyet tarafından düşerek öldüğü açıklaması yapılır…) evinde saklandığı sıralar birlikte faşizme karşı yeni bir edebiyat ve düşünce dergisi çıkarmaya karar verirler. Hasan Basri, Dinamo’dan dergiye bir şiir yazmasını da ister. Dinamo o gece “Türk Sovyet Cumhuriyeti” adlı şiiri yazar.

Sonrasını şöyle anlatır Dinamo:

Ertesi gün Basri’ye, dergiye koyacağımız ilk şiirin müsveddesini okuduğumda ağzı açık kaldı. Sanki bir devlet kurulmuş gibi oğlan atılıp alnımdan öptü.

Bu şiir, dergide yayımlanmadan önce polisin eline geçer. TBMM’nin kapalı oturumunda tartışmalara neden olur ve Dinamo ağır ceza alır. Hiçbir kitabında olmayan bu şiiri yıllar sonra damadı Cemil Acar TBMM arşivinden bulup çıkarır.

İşte o şiir:

Aziz Türk işçisi!
Tütüncüm, tornacım, mensucatçım, ateşçim ve sair
Dünyanın kurtuluş saati çalıyor.
Biliyorum ki en kabadayınız
Soğuk tütün depolarında
Koca bir hafta harcadıktan sonra
Ancak bir kefen parası alıyor,
Karısını veya çocuğunu gömmek için.

Aziz Türk işçisi!
Senin bahtın,
Yaralı parmaklarınla ayıkladığın
Malum tütünün zifiri kadar karadır.
Haydi, sen de aslanlar gibi göster boyunu,
Böyle süklüm püklüm durduğunu
Gören kahpe vurguncular ve onların hükümeti,
Bırakıp senin nasırlı ellerine
Bu güzel memleketi,
Savuşsunlar birer köşeye, çil yavrusu gibi.

Öyle silkin ki aziz işçim,
Benim tornacım, tütüncüm, mensucatçım ve işçim,
Bütün Türkiye’deki ağaçların
En üst dallarından en alt dallarına kadar
Senin nasırlı ellerinle asılanlar
Harikulade bir meyve zenginliği manzarası versin.
Bu işe meşhur Sultanahmet Meydanı vakası
Vaka-i Vakvakiye bile imrensin.

Çekip alalım ayaklarından
Donlarına varıncaya kadar onların,
Gömülelim koltuklarına o ılık salonların…
Dışarıda yağarken buram buram kar,
Aç ve soğuk günlerden kalma hatıralar,
Karışıp halka halka Bafra tütünü dumanına
Bize göz kırpacak uzak yıldızlar.
Hülasa, Türkiye Sovyet Cumhuriyeti,
Çalışmak, yaşamak, gezmek hürriyeti
İçin kurulacaktır.
Ve bunlara karşı çıkan babamız bile olsa
İnsafsızca ve merhametsizce
Tutulup çarmıha vurulacaktır.

Yazdığı bir şiirden ötürü ilk defa ceza almıyordu Dinamo. Gazi Eğitim Enstitüsü’nde resim bölümünde okurken Nazım Hikmetle tanışır ve uzaktan uzağa şiir ve sanat üzerine mektuplaşırlar. Okulu bitireceği yıl İnönü’ye karşı yayımlanan siyasal bir bildiride adı geçince tutuklanır. Dolabı aranır, yazılarına ve şiirlerine el konulur. Bunların arasında “Tren” adlı şiir dikkati çeker.

Asım Bezirci, “On Şair On Şiir” adlı eserinde bu şiiri şöyle anlatmaktadır.

“Dinamo’nun söylediğine göre, Sivas – Erzurum demiryolunun yapılışında çalışmış askerlerin halini yansıtan bir şiirmiş bu. Korkunç Temmuz sıcağının sapsarı bozkırı yakıp kavurduğu bir öğle vakti, bacaklarında yazlık asker pantolonu, gövdelerinin üst yanı bütün çıplak, iri yarı, dev gibi, genç iki sıra istihkâm askeri kızıl demire dönmüş omuzlarına kaldırdıkları çelik rayları ritmik yürüyüşlerle bir sağa bir sola sallayarak taşıyan işçileri anlatıyormuş. Lirik ve trajik tonlarla örülen şiir İsmet İnönü’ye duyurulmuş. Sonra, Dinamo gerek bu şiir gerekse sözü geçen bildiri dolayısıyla 1935’de dört yıla hüküm giymiş.”

Tren” şiiri ile başlayan hapis ve sürgünler bütün yaşamını etkilemiş ve ömrünün sonuna kadar düzen için sakıncalı bir yazar olmuştur. Binlerce şiiri ve onlarca romanı gerek polis baskınlarında gerekse sürgün yıllarında kaybolup gitmiştir.

Ölümünden kısa bir süre önce Kıyı dergisi için Alâettin Bahçekapılı ile yaptığı bir söyleşide Bahçekapılı’nın “Sizin bir de, Adana’ya giderken yolda çaldırdığınız bir bavul var” anımsatması üzerine şöyle diyecektir Dinamo: “Onlar hep yürekler acısı. Bakmayın, ben bütün hayatımı çaldırdım. Hiç yazılmamış, basılmamış şiirler. Yahut kaybettiklerimi tekrar anımsayarak yazmaya çalışmışımdır.

Hasan İzzettin Dinamo toplumcu gerçekçi edebiyatın özgün sesiydi. Şiirlerinde özgürlük, demokrasi ve barış temaları başat konumdadır. Ezilen ve sömürülen halkların mücadelesini yaşamı ve eserleriyle özdeşleştirmiş gerçek bir yurtseverdi. Çocukluğundan beri bir savaş düşmanı barışseverdi. Toplumsal değişim ve dönüşüm olgusunun yoksul halk üzerindeki etkilerini romanlarına taşıdı. İsyan onun için emperyalizme ve sömürüye karşı başkaldırının birincil öznesidir.

Tekrar başa dönersek Hasan İzzettin Dinamo sempozyumuna katılan akademisyenlerin hazırlıksız ve baştan savmacı bildirileri eskinin basit bir tekrarı oldu. Devrimci yönü es geçilmiş, yaşamı boyunca uğradığı haksızlıklar görmezden gelindi. Yüzeysel metinlerden oluşan bildirilerde Dinamo’nun barışsever özelliğine neredeyse hiç değinilmedi. Kaybolan eserlerinin izini süren damadı Cemil Acar’ın arşivinden yararlanma ihtiyacı bile duymamışlardı. Mehmet Kuvvet’in hazırladığı Dinamo’nun özgün fotoğraflarından oluşan slayt gösterimi sempozyumu kurtaran tek sunumdu. Bugüne kadar hiçbir yerde yayımlanmamış bu şiirini özellikle yazıma konu yaparak Dinamo’yu etkisizleştirenlere cevap vermek istedim. Çünkü onun tek bir dizesi bile başlı başına bir sempozyum konusudur.

Ne yazık ki, ölümünden yıllar sonra bile Dinamo’ya hâlâ haksızlık yapılıyor.

[email protected]