Eski bir fotoğrafa bakarken: Ölmeme Günü

Geçmişin izini sürerken bir yazı, bir belge, bir anı yerine o zamana ait fotoğraflar beni daha çok etkiler ve içine çeker. Çünkü fotoğraflardaki durum, zaman ve mekân anlatımı bir yazıdan daha güçlüdür. Görsel algı bellekte daha uzun yaşar. Şöyle düşünün: Yıllar önce gazete, dergi ya da bir kitapta görüp etkilendiğimiz bir fotoğraf usumuzda tazeyken hâlâ, altındaki yazıyı büyük bir olasılıkla unutmuşuzdur. Ve öyle fotoğraflar vardır ki altını yazıyla ne kadar doldurursak dolduralım, o tek bir kare çok daha fazla konuşur. Arkasına düşülen tarihten tutun da fotoğrafı çeken insanın ruh haline kadar uzun bir yolculuğa çıkarır bizi. Söze dökülemeyen imgeler dünyası yaratır beynimizde.

Bu yazının konusu olan fotoğraf, dönem ve mekân duygusuyla güçlü bir etkileşim yaratıyorsa da aslında fotoğrafı dolduran kişilerin varlığıyla bu değeri kazanıyor. Fotoğraf, bir dönem Türk edebiyatına yön veren ve günümüzde etkileri hiç eksilmeden devam eden kişilerden oluşuyor.

Turgut Uyar’ın oğlu H. Turgut Uyar’ın arşivinde yer alan bu fotoğrafta kimler yok ki? H. Turgut Uyar’ın fotoğrafın altına düştüğü notu aynen buraya alıyorum.

“Ölmeme Günü - 26 Mart 1981”… Masasının öbür baştan görünümü: Sol başta oturanı tanımıyorum, sonra önden arkaya, garson Erol, Can Yücel, Salim Şengil, Edip Cansever, Tomris Uyar, Muhteşem Sünter. Sağ taraf, arkadan öne, İsa Çelik (görünmüyor), Mehmetcan Köksal, Turgut Uyar, Dürnev Tunaseli, Nezihe Meriç, Ömer Uluç, Tunga Uyar.”

Fotoğrafın öyküsüne gelince

Turgut Uyar ile Edip Cansever’in başını çektiği bir “ölmeme günü” grubu oluşturulmuştu ve her yılın 26 Mart’ında Rumeli Hisarı üstünde bir meyhanede toplanıp edebiyatın, siyasetin ve gündelik yaşamın üzerine bol içkili sohbetler edilirdi. Sloganları ise: Rakı içtiğin gün ölemezsin…

Bu grubun ve sloganın oluşma nedeni de şöyle anlatılır:

İlk toplandıkları akşam, tam da sohbetin ortasındayken bir kadın gelir masalarına. Vücudunda bir iğne olduğundan söz eder ve bu iğnenin her an kalbine gitmesinden korktuğunu anlatır. Çok yakında ölebilirmiş bu yüzden masadakilerden kendisinde bir hatıra kalmasını ister. Bunun üzerine Turgut Uyar, Erol’dan dolu bir rakı şişesi ister. Masadakilerin hepsi şişeyi imzalar ve gelecek yıl aynı tarihte aynı mekânda ölmemek üzere yeniden toplanıp rakı içileceğinin sözünü vererek kadını gönderirler. Böylelikle geleneksel hale gelen bu toplantılar en son 26 Mart 1985’de yapılır. Çünkü aynı yılın Ağustos ayında Turgut Uyar verdiği sözü tutamaz ve sonsuzluğa doğru yürür.

Grubun müdavimleri arasında olup ancak şimdiki kuşaklar tarafından çok bilinmeyen bazı isimler de vardır. Kısaca anımsatmakta yarar görüyorum.

Dürnev Tunaseli, o dönemin unutulmaz seslerinden, radyo ve reklam programları spikeridir. Ahmet Oktay'ın deyimiyle, "Atkuyruğu saçlı, hep pantolonlu, dal gibi bir kadındı. Gövdesine bakan balerin sanabilirdi, ince uzun ellerine bakan piyanist."

Muhteşem Sunter, 1985 yılında kaybettiğimiz “Gerilere Bırakmak”, “Sen ile Sen”, “Polonya'dan Kadınlar”, “Omçalar “ gibi kitapların da sahibi olan şairimiz.

Salim Şengil, Nezihe Meriç’in kocası aynı zamanda öykücü, gazeteci ve tiyatro sanatçısıdır. “Perşembe Yağmurları” adlı öykü antolojisi en bilinen eseridir.

İsa Çelik, yine dönemin en önemli fotoğraf sanatçılarındandır. Özellikle kitapların arka kapağındaki yazar fotoğraflarının çoğunu o çekmiştir.

Ömer Uluç, kendini sadece tuval resmi ile sınırlandırmayan değişik malzemeler kullanmak suretiyle birçok sanat yapıtı üreterek Türk sanatına farklı katkıda bulunan bir ressamdı. Üç yıl önce kaybettik.

Bu fotoğrafın dönem ve mekân açısından güçlü bir etkileşim yarattığını söylemiştim. Çünkü çekildiği yıl askeri cuntanın ülke üzerindeki ağırlığı ve yıkımı devam etmektedir. Sosyal ve kültürel yaşamın altüst olduğu, tutuklamalar, sürgünler, işkenceler ve ölümlerin hüküm sürdüğü bir dönem. Hiçbir şeyin artık eskisi gibi olamayacağının, bütün dengelerin bozulup yenidünya düzenine geçişin ayak seslerinin duyulduğu yıllar. Fotoğrafa bakarken tüm bu konuların konuşulduğunu duyar gibiyim. Edebiyatta da yeni bir yola girilmiştir. Birkaç yıl sonra 12 Eylül, yeni yazarlarını ve şairlerini yaratmaya başlayacaktır. Küresel sermayenin etkisiyle sosyal yaşam bilinci farklılaşırken çıkarcı ve kısa yoldan köşe dönmeciliğin önü açılacak ve bu edebiyata kadar sıçrayacaktır. Belki de bu fotoğraf dostluk, paylaşım ve düşünce alışverişinin en güçlü olduğu dönemlerin son tanığıdır.

Mekânın kahveden bozma bir restoran görüntüsü vermesi ise, orayı her yıl seçip toplananların mütevaziliğiyle açıklanabilir ancak. Sohbetin ve rakının hayata değer kattığı her alan onların mekânı aslında. Saatlerce tahta sandalyelerde oturmanın mutluluğunu hiçbir şeye değişmeyecek yüz ifadelerine sahipler. Günümüz gösteriş budalası bazı yazar ve çizerleri düşündüğümde bu fotoğrafın sıcaklığı ölene dek kalbime ve belleğime kazınmıştır artık. Bu fotoğraf, hayatı basit yaşayıp güçlü hissedebilmenin en güzel örneğidir.

Garson Erol, son rakı şişesini de masaya koyup tam uzaklaşırken onu da yanlarına çağırırlar.

Şimdi herkes eşittir bu masada…

[email protected]