25 Kasım ve kadın derneklerinin işlevi

25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” Trabzon’da da “Kadın Dernekleri Platformu”nun organize ettiği bir akşam yürüyüşüyle kutlandı.

Neden 25 Kasım?

Kadına uygulanan şiddete tarihsel görev yükleyen o öyküyü kısaca anımsayalım isterseniz.

Dominik Cumhuriyeti'nde, Mirabel kardeşler olarak bilinen Patria Mercedes, Minerva Argentina ve Maria Terasa isimli üç kız kardeş Trujillo diktatörlüğü döneminde kadınlar cephesi oluşturarak (Clandestina Hareketi) faşizme karşı etkin ve sürekli bir mücadele içine girerler. Yönetim tarafından ağır baskılara maruz kalırlar, hapse atılırlar, türlü işkencelerden geçirilirler. Trujillo diktatörlüğünün Mirabel Kardeşler'in kendileri için büyük bir tehlike olduğunu açıklamasının ardından, 25 Kasım 1960'da, Dominik Cumhuriyeti'nin kuzey bölgesinde, bir uçurumun dibinde üç kadının cesedi bulunur. Tecavüz edilip öldürülmüşlerdi. Bu olay yönetim tarafından “ araba kazası” olarak duyuruldu ve olay kapatıldı.

Sonra

1981 yılında Kolombiya’nın Bogoto şehrinde bir araya gelen Latin Amerikalı ve Karaipli Kadınlar Kongresinde, Mirabel Kardeşlerin anısına 25 Kasım tarihi “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan edildi.

Kadına karşı şiddetin varlığı dünyanın kuruluşuyla nerdeyse yaşıttır. Erkek egemenliğinin ve dinsel yaklaşımların kadına bakış açısı, aşağılama ve kamusal alan dışına atma düşüncesi olduğuna göre kadın, sadece erkeğin hizmetinde olan bir varlık olarak görülmüştür. Kadının tüm mülkiyeti erkeğin iki dudağının arasında şekillenmiştir. Erkek egemenliğinde oluşan kültürel yapılarda erkek hep “saldırgan” kadın ise “ edilgen” bir konumda kalmıştır. Bu da erkeğin kadın üzerindeki şiddetini meşru kılmıştır. Tarih boyunca kadın özellikle ekonomik, sosyal ve etnik olaylarda hep yara alan taraf olmuştur. Özellikle büyük savaşlarda ve iç çatışmalarda tecavüze uğrayıp öldürüldüler.

İşte bu gerçekliklerin bilinciyle birkaç yazar, şair ve gazeteci erkek arkadaşımla ben de kadınların yanında olmak, mücadelelerine omuz vermek amacıyla bu yürüyüşe katıldım. Yaklaşık 100-150 kişilik bir kadın topluluğuyla birlikte sloganlar ve türküler eşliğinde yürümeye başlamıştık ki, bir kadın aktivistin sözlü uyarısıyla kortejin dışından yürümemiz gerektiği hatırlatıldı. Bu can sıkıcı durum orada olma gerekliliğimizin heyecanını kırsa da yürüyüşü sonuna kadar destekledik. Daha sonra öğrendik ki, yürüyüş öncesi alınan bir kararla ilişkili bir tutummuş bu. Kadınların tek başına da haklarını savunabileceklerini, mücadelelerini verirken bir erkeğe ihtiyaç duymayacaklarını ve bu yüzden erkeklerin gölgesinde yürümek istemedikleri gibi bir düşünce ile organize edilmiş bir yürüyüşmüş. Neyse, maruz kaldığımız bu durumu sorun edip o yürüyüşün haklılığını ve mücadele şeklini kırmak gibi bir niyetim yok. Benim üzerinde durmak istediğim konu, kadın derneklerinin işlevi ve feminist bakış açısının bazı yanlışlıkları üzerine olacak.

O akşam da gözlediğim üzere, yürüyüşe katılan kadınların hiçbiri o güne kadar şiddete maruz kalmamış, hatta sosyal statüleri açısından deyim yerindeyse hali vakti yerinde olanlardı. Bu bir itiraz gibi algılanmasın ama ne yazık ki fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddete uğrayan kadınların sesini onların olmadığı alanlarda savunan bir dernekçilik anlayışımız var.

Öncelikle bu gibi derneklerin kendi bünyelerinde oluşturacağı birimler olmalı. Uzmanlardan kurulu bu yapının aktif halde çalışması gerekiyor. Özellikle şiddeti yaratan koşullara bağlı olarak oluşturulacak bu birimlerde biyolojik nedenler altında gruplandırılan erkeğin doğası gereği içinde barındırdığı şiddeti, uyuşturucu ve alkol kullanımı gibi patolojik sorunlara eğilecek ve çözebilecek psikologların olması gerekmektedir. Aile içi şiddetin öğrenme içgüdüsüyle yakın ilişkisi olduğunu düşünürsek bu birimlerin aile içi eğitim mekanizmalarını harekete geçirecek çalışmalara yönlenmesi kaçınılmazdır. Şiddeti körükleyen toplumsal nedenler olarak sayabileceğimiz yaşam sıkıntıları, cinsiyetçi rol paylaşımı, şiddetin toplumda kabul gören ve paylaşılan bir değer olduğu algısı üzerinden çalışmalar yapıp çözüm önerileri sunacak sosyologların mutlaka görev alması gerekmektedir. Bunlara ek olarak kadınların gün boyu yaralanabileceği danışmanlık hizmetleri acilen devreye sokulmalıdır. Eğitim ve etkinliklerin süreli hale getirilmesi sağlanmalıdır. Kısacası dernekler, şiddeti araştırma ve önleme merkezleri gibi bir işlevi kendilerine dert edinmelidirler. Görevlerini sadece slogan atıp iktidarları eleştirmekle sınırlandırmamalıdırlar. Önce yaraya bir neşter atılması gerek.

Yukarıda belirttiğim uygulama biçimleri aslında sosyal bir devletin asli görevleri arasındadır. Devletin bu ve benzeri durumlardaki yetersizliği ya da uzak duruşu, sivil toplum örgütleri diye adlandırdığımız dernekleri ve sosyal oluşumları doğurmuştur. Öyleyse bu oluşumlar, kendilerini var eden eksiklikleri iyi analiz edip sorunları giderme konusunda daha etkin görevler üstlenmek zorundadırlar.

Yeniden ilk konuya döneyim.

Cinsiyetçi bir yaklaşımı reddeden, kadın ve erkek arasındaki toplumsal eşitsizliğin giderilmesi için mücadele eden feminist örgütlerin de zaman zaman “erkek düşmanlığına” kadar giden söylemlerinden vazgeçmeleri gerekiyor. Söz konusu sorun mevcut engellerin ortadan kaldırılması ve meydana gelen zorlukların üstesinden gelinmesiyse, aynı ortak duyarlılığı savunan karşı cinsin varlığını da kabul etmek durumundadırlar. Karşı duruş ve görev bilinci her iki cinsin birlikte hareket etmesiyle anlam kazanır.

Feminist geleneğin felsefesinde şöyle yazar:

Feminizm kendini, genel olarak kadın-erkek ayrımcılığına karşı çıkarak, cinsler arasında siyasal, ekonomik ve toplumsal eşitliği savunan görüş olarak tanımlar.

Kadın hakları ve sorunları bağlamında bir feminizmi sonuna kadar savunmak, aldığımız sosyalist kültürün ve demokrat olma bilincimizin önemli bir parçası kabul ederiz. Cinsiyetçi bir feminizmi ise, karşı cinsin üzerinde bir baskı oluşturma çabaları olarak algılarız. Yan yana yürümekle karşı kaldırımdan yürümenin arasındaki fark kadar açık ve net bu.

Mirabel kardeşlerin onurlu mücadelesi önünde saygıyla eğilerek, Maria Teresa Mirabel’in o tarihi sözüyle direnen tüm kadınlara selam gönderiyorum.

Belki de bize en yakın şey ölüm fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz

[email protected]