Çanta

Orada yer alan iddialardan yola çıkarak politika belirlemek ya da belgelerde adı geçen şahsiyetlere karşı kullanacak malzeme bulmak elbette doğru değildir, bu kesin. Ama bu, şu WikiLeaks’deki belgelerin diplomasinin ‘gerçek’ dilinin ne olduğunu ortaya koyduğunu söylemememize engel değil.

Bulundukları ülkelerdeki “siyasi havayı” yansıtayım derken yaptıkları “karakter tahlilleri”nde kimi kişiler için neredeyse “geceleri altını ıslatıyor” demedikleri kalan geveze diplomatlar bunu her zaman yapıyorlar. Bu tarz bilgilerin, iyi bir “köşeye sıkıştırma” malzemesi olarak kullanıldığı da oluyordur mutlaka. Nice şantajlık gerekçe çıkabilir bu bilgilerden kimileri için.

Bu belgelerde, diplomatın görev yaptığı ülke basınının nasıl olup da bilmediğine, duymadığına şaşırdığımız o kadar ayrıntılı iddia var ki, gerçekten akıl almıyor. Hiç bir sırrın gizli kalmadığına en çok inananımız bile, duydukları karşısında “bugüne kadar nasıl saklanmış bu?” diyebiliyor. Diplomatın, kulağına gelen (belki de fısıldanan) dedikoduyu doğrulatmak ihtiyacını duymadan “rapor” ettiği bilgilerle “tarih” bile yazılıyor aslında. İktidarı sırasında millileştirme politikalarıyla, İngiltere ile ABD başta olmak üzere tüm batının tepkisini çeken eski İran başbakanlarından Muhammed Musaddık’ın, konuklarını yatak odasında karşıladığı, onlarla konuşurken uzandığı yatağında bazen yorganı başına çekip kahkahalarla güldüğü de yazılıdır. Mao’nun aslında dişlerini hiç fırçalamadığı da buna benzer bilgilerdendir. (Meraklısı, Jung Chang’ın yazdığı, Mao: The Unknown Story adlı kitapta rastlar bu “bilgiye”).

Siyasi anlamda kendilerine rakip gördüklerine karşı yaptıkları değerlendirmeleri, o rakiplerin “batı medeniyeti” ölçülerine uymayan kimi tavırlarını da abartarak yapmak, ucuz bir karalama yöntemi. “Mao siyasi düşmanımız ama dişleri de çok pis” demek ancak bu kadar ince ifade edilebilirdi. Yakın bir yardımcısı Mao’nun günde neredeyse üç kez yıkanan temiz biri olduğunu söyler halbuki. Herhalde dişlerini de fırçalamıyor değildi. “İran petrolünü millileştirerek çıkarlarımıza çomak sokan komünist Musaddık, aslında tam bir tembel” demenin yolu da, onun konuklarını bile yatakta karşıladığını yazmaktan geçiyor. Batının tarih yazımı böyle. (Musaddık’la ilgili bu tür bilgileri Daniel Yergin’in The Prize, the Epic Quest for Oil, Money Power adlı kitabında bulabilirsiniz, 524.sayfaya bir göz atın).

Bu tür bir “rapor” çalışması ne işlerine yarar değil, yarıyor işte. Bizde de kimi “tarihçiler”le “aydınlar”, Milli Mücadele’nin aslında hiç olmadığını, o dönemin İngiliz diplomatlarının Londra’ya yolladıkları buna benzer “raporlar”ı kaynak göstererek iddia ederler ki, çok acıdır. Sorun Yalçın Küçük’e, size, “İnönü savaşı aslında hiç olmamıştır, orada sadece bir katır ölmüştür” diyecektir. Demişti daha doğrusu. Kaynağı bu tür raporlardır. Şimdi Ulusalcı takılması YalçınHoca”nın Küçük şakalarından biridir. Böyle mi tarih yazılır? Resmi tarihe karşı çıkalım derken, emperyal tarih yazımından nemalanmak nasıl bir tuhaflıktır?

Bu “sızıntılar”da diplomasinin ikiyüzlülüğünü ortaya koyan kimi şeyler var. Değerlendirmelerinde kantarın topuzunu kaçıran diplomatların, nazik davranmak için kendilerini hem de yıllarca ne kadar zorladıklarını görüyoruz. Hiç “monşer” tavrı değilmiş meğer takındıkları tutumlar. Anahtar deliğinden başkalarının odasını gözetleyen röntgenci bunlar. Yaptıkları ulus değerlendirmelerinde ırkçı izler de görüyoruz ki, bunlar pek can sıkıcı.

Şimdi İngiltere’de Dışişleri ile Savunma bakanlıklarının, belli bir süreden sonra yayınlanmasına izin verilen diplomatik belgeleri açıklandı. Türkiye ile ilgili bölümlerini okurken, tüm bu “rapor” sahipleriyle, “bir kısım medya”nın WikiLeaks’a kızmaya hakları olmadığını düşündüm. WikiLeaks yazmadı o belgeleri ayrıca, sadece sızdırdı. Bu bakanlıkların başka ülkelerde görevli memurları ise bunları yazmışlar düpedüz. Türkiye ile ilgili olanlar arasında Erbakan’ın da adı geçiyor.

Hiç mi hiç hazzetmeyen biri olmama rağmen, muhtereme ilişkin orada verilen bilgilere itibar etmem. Herhangi bir koruma duygusuyla değil, benim Erbakan’a karşı çıkmak için daha sağlam, daha ayakları yere basan bilgilerim olduğundan. İtiraf edeyim ben Erbakan’ın hayalciliğini çok ama çok severim. Ağır sanayii hamlelerini, uçak fabrikalarını, İslam Ortak Pazarı’nı, geçenlerde bir televizyon söyleşisinde iktidarından söz ederken “dünya Erbakan iktidara geldi diye çok korktu” türünden sallamalarını severim. Tüm bunları, kendisine yüklediği misyonuna, en çok kendisinin inandığına yorarım, hayalleriyle mutlu adam diye düşünüp, ona gıpta da ederim. Hiç sahip olmadığı çekici yanlışlıkla eline vurup acı çektiğini sanan muhteşem bir hayalperesettir o. Acısını gördüğünüzde siz de elinde gerçekten çekiç var sanırsınız. Nasıl sevilmez?

Şimdi, elbette olduğuna ihtimal vermiyorum ama eğer doğruysa, İngiliz Dışişleri ile Savunma bakanlıklarının açıklanan belgelerinde, dönemin genelkurmay başkanının eşi, savunduğu görüşler yüzünden kızdığı Necmettin Erbakan’ı elindeki çantasıyla dövmüş. Yukarıda o kadar çok şey yazdım, bu bilgilere itibar edilmez de dedim. Ters düşmüş gibi olacağım ama, yanlış da olsa belgelerde anlatılan bu çantayla dayak iddiasına çok ama çok güldüm. İnanmam şart değil, ama çok gülünç.

Renksiz batı”ya, siyonizme meydan okuyan, İslam Orduları Başkomutan Yardımcısı (Başkomutan Kaddafi’ydi) olan mücahit Erbakan’ın, tüm bu küffardan değil de, belli ki kadın hakları ile laiklik konusunda pek bir hassas olan bir hanımefendiden şiddet görmesi çok garip bir manzara. Elinde çantayı karşısındaki adamın kafasına kafasına indiren bir kadın düşünün.

En masum gereçler bile bir öfke aracına dönüşebiliyor. El Zeydi’nin soylu pabucu Bush’u az daha yüzünden edecekti. Hanımefendinin bambaşka amaçlar için üretilmiş çantası ise az kalsın koca Erbakan’ın karizmasını.

Belgelerden sızan şeye bakar mısınız? Bizim için “sızıntı” olan bilgiler, örneğin Erbakan için ciddi ciddi bir “sızı”ymış meğer.

Çantanın içinde ne vardı acaba? Belgeler bunu atlamış.

Elli yıl sonra açıklarlar, öğreniriz.