Yaşam ve müzik dinleme formatları 2: Plaklar

Hayatımızın kasetli yıllarında, iple çekerek ulaştığımız müzikler akıllarımıza hiç çıkmamacasına kazınmıştı. Kasetlerin üzerindeki her bilgiyi el yazısıyla geçerdik kâğıda eğer bu bilgiler bir plağın içinden aktarılmıyorsa, yeni plakları çalan radyo programlarını aportta beklerken, bir yandan da kâğıdı kalemi hep hazır tutardık. Kasetlerin hikâyesi, en az babasının Fethullah Hoca vaazları kasetlerini silerek, üzerlerine Rush albümleri çeken arkadaşımınki kadar etkileyiciydi. Bir kuşağın eğitiminde kara tahta ve tebeşir kadar önemliydi. Sonradan anladık ki, kolaylıkla ve emek harcamaksızın ulaştığımız hiçbir şey belleğe dönüşmüyordu.

Biz anladık da, ya sonra! Her gerçek hikâye gibi kasetlerin de belleği vardı, yani öncesi ve sonrası vardı öncesinde de sonrasında da tabii ki plaklar vardı.

***

İlk tanıdığım plaklar, muşamba kaplı bir çantanın içinde, naylon zarflara itinayla yerleştirilmiş, ortaları delik küçük şeylerdi. Salonun uzun duvarına yerleştirilmiş, ağır ahşap kokulu bir büfenin içindeki pikaptan dinliyorduk onları daha ziyade yedi yaşımdayken ilk birayı Tekel şişesinden çay bardağının yarısına aktararak önüme süren cici dedemin akşam sofrasına eşlik ederken.

Öyle hassas şeylerdi ki, cici dedem onlara gözü gibi bakmasına rağmen, sevdiğim birkaç plağı elimle dönen platonun üzerine yerleştirmeme, iğneyi üzerine bırakmama izin verirdi. Bunu özellikle bir yüzünde Keklik şarkısının arabesk-caz karışımı komik yorumunun, arkasında da kekeme bir spikerin naklen maç anlattığı Altan Erbulak plağını dinlerken yapardım…

Ben büyürken plaklar da büyüdü. Long Play’lere geçilmişti daha ağır dönüyorlar ve her yüzünde 5 – 6 şarkı çalıyorlardı. Hem sesleri küçüklere göre daha iyiydi, hem de uzun süre (20 dakika kadar) sizi rahat bırakıyorlar, ayrıca baktıkça hayran kaldığımız kapaktaki güzel resimleri seyretmeye ve içindeki şarkı sözleriyle hayal kurmaya fırsat veriyorlardı. Geri vokallere ve tonmaystırlara kadar isimleri ezberleme hastalığı bu günlerden kalmaydı.

Albümün ne anlam ifade ettiğini öğrendikçe konsept müzik lafını ağzımızdan düşürmemeye başladık. Kaçınılmaz olarak koleksiyoncu şırıngasını yemeden önceki son aşamaya gelmiştim hani iğneyi batırmadan evvel, alkollü pamukla damarın üzerini ovuştururlar ya!

***

Burada devreye Apaçi Ayhan giriyor. Kusursuz bir sintisayzır ve gitar sololu Never Let Go şarkısının bulunduğu ilk Camel, senfonik-progresif rock dersi niteliğindeki Gentle Giant’ın “Octopus”u, Frank Zappa’nın sarkastik başyapıtı “Apostrophe”, Can’in kapağı ve ismi nedeniyle özel sempati duyduğumuz “Ege Bamyası” tüm zamanların vazgeçilmezleri arasında. Ten Years After’ın hippi kokulu “Watt”ı, bende sürekli elektrik gitar çalma isteği uyandıran The Rocker şarkılı Thin Lizzy çalışması “Vagabonds of the Western World”, müziğin estetik ve matematik karışımı olabileceği konusunda ilk şüpheleri dürten Wishbone Ash’in “Argus”u, dinlemekten bozduğum yerli baskı ilk Budgie, ruhuma kazınan yüzlerce plaktan bir kaçı…

Türkiye’den de geçerek yaptığı kayıtları da içeren Embryo konseri “Reise” ve Macar topluluğu Omega’nın “Time Robber”ı, onları konserde izlediğimiz için kişiye özel. Cızırtının müziğe dahil oluşunu en iyi ifade eden plak King Crimson’ın “Larks Tongues In Aspic” albümü ise, sonradan aynı zevki CD’lerden alamadığımızın en büyük kanıtıydı. Albümler artık bir edebiyat eseri, sinema tarihinin kilometre taşı filmlerden biri ya da paha biçilemez bir Rembrandt muamelesi görüyordu hayatımızda.

***

Otomobillerde göbeksiz 45’lik çalan pikapları, sonradan çıkan dolmuşçu kartuşlarının babası, minibüs teyplerinin atası saymakta sakınca yok. Onlar kamusal, ama işte bu benim diyebileceğim ilk pikap DUAL HS-53 idi. Harçlıkla aldığım ilk plak ise Deep Purple’ın ‘Black Night’ 45’liği.

İlk The Smiths plaklarımı, (oraya nasıl geldikleri hala bir muamma)1987 yılında Beyazıt meydanında Zihni’den almıştım. Onları aldığımda, arkadaşım olan uzun saçlı rokerler, disko dinlediğimi sanarak hafif küçümser bir edayla bakıyorlardı. Aradan yıllar geçti ve neredeyse hepsi The Smiths albümlerini benim plaklarımdan kaydederek dinlediler. Bu arada benim pikap da terfi ederek Thorens’e yükselmişti.

***

Plağı bir fetiş nesnesi olarak görmediğimi sıklıkla söylesem de inanmayın, kendimi bir plak fetişisti olarak yakaladığım fotoğrafların sayısı hiçte az değildi. Onun üzerinde bazı özel (ve küçük) tutkulara sahibim. Örneğin ses kalitesinin ve içindeki cızırtıların bana iyi duygular yaşatması, üzerindeki tozları alırken, kapağını ıslak peçeteyle silerken, evini temizleyen obsesif kadınların aldığı terapiye yakın şeyler hissetmem gibi. Nostaljik göndermeleri boş verin!

Artık arkadaşlarım da alışmıştı, her kim ki, yurtdışına gitse, arar ve hangi plakları istediğimi sorardı. Yeni plaklar geldiğinde ilk beni arayan plakçılar da vardı. Kalender meşrep sayılırım çok istediğim bir albümü, performansı ne olursa olsun, aldırış etmeden alırım, son kertede içindeki müzik önemli. Bu açıdan plağın kıymetini bir borsa kâğıdı gibi para ile ölçen türden bir koleksiyoncu değilim ve bu bakış açısına cuk oturanlarla bir şey paylaşmak istemiyorum, çünkü konuları müzik değil fiyatını sorduğumda ebay ya da discogs açan satıcılardan da… Geçmişimize istinaden internetten iyi paraya satacağı rafa koymayan, bana göstermeyenleri ise kendimi biraz zorlayınca anlıyorum.

***
Müzik zevkinin baş tacı olmuştu plaklar ta ki o melun seksenli yılların sonunda CD denen yabancılaşmış format icat edilene kadar. Evlerdeki plakları ve pikabı ilk sıpıtanlar, modernliği güncele ayak uydurmak ve teknoloji düşkünlüğü zanneden orta sınıf züppeleri oldu. Onları diğer plak koleksiyoncuları izledi bir bir. Sadece geride onlara duygusal bir değer biçen bir avuç saplantılı plak manyağı kalmıştı. Emanet gibi duruyorlardı artık tozlu ve küf kokulu depolarda…

Üstelik plaklarla ev değiştirmek, yer değiştirmek ve hareket etmek diğer koleksiyonlara nazaran ölüm. Bu koleksiyon ile tam dört taşınma olayı geçti başımdan. Eşyalarını ve plakları ayrı ayrı taşı ve bunun için yöntem şu

1. Yeni evin bir odasını rezerve et (mümkünse en büyüğünü).
2. Plakları numaralandırmış uygun ölçülerdeki kolilere koy ve ağzını kapat (bu işi havale etme, bizzat yap).
3. Boşalan dolapları taşı ve rezerve odaya kur, ardından plak kolilerini taşı (tuttuğun adamlar profesyonel ve laftan anlayan cinsten olsun).
4. Kolileri numaralarına göre aç, yerlerine diz (yine bizzat)
5. İşlem bitince bu odanın kapısını kitle ve diğer eşyaların taşınma işlemi tamamlanıncaya kadar sakın açma (eşin için bile).

Şanslıyım, bunların hiçbirisiyle sorun yaşamadım, özellikle son şıkka ilişkin. Çeyizinde iyi (gerçekten iyi) 250 plak olan biriyle evlendim, mutluyum.

***

Bu ürün şimdi sıkıştırılmış dijital bitrateler karşısında çok değerli, borsada yıldızı yükselen şirketin kâğıtları gibi. Bunalımdaki plak firmaları para kazanmak için iyi bir potansiyel olduğunu düşünüyor. İstiklal Caddesi’nin efsane müzik dükkânı Metropol’ü kapatarak kafe-lokanta yapan arkadaşımın gerekçesiydi internetten çorba indiremezler… Gerekçe benzer, internetten plak indiremezsiniz.

Müşteri profili high-end koleksiyoncular. Onlar için görsel sanatçılar ve dekoratörler de devrede insan kalbinin dayanamayacağı cicilikte paketler hazırlanıyor artık, içlerinde plaklardan maada, gün yüzüne çıkmamış resimlerin yer aldığı kitapçıkların ve envaiçeşit hediyenin bulunduğu. Dijital indirmeler de artık bu plakları satın alanlara yanında hediye, tarak hesabı…

Plaklar, altmışlarda ve yetmişlerde rock müziğin altın çağını yaşadığında kendini dillendirdiği format. Puma spor ayakkabılara ya da iri kulaklıklara dönüş gibi, plaklar da retronun dirilişinin nedeni tartışmalı plak kayıtlarındaki sıcak ve derin ses kalitesini aramak sadece bir avuç romantiğin tesellisi. En yüksek çözünürlüklü formata dönüyoruz, iyi güzel de. İşte plağı tercih eden türedi gurmelerin ve Issız Adam’zadelerin en sık başvurdukları cehalet ürünü üç samimiyetsiz palavra:

1. Sesi CD ve dijital indirmelere göre daha iyi. (bir internet forumunda fiyat ve kalite önerilerini kıyaslayarak büyük bir mağazadan aldığın tel-maşa pikaptan çıkan ses, MP3’ten daha mı iyi?)
2. Çok dekoratif, renkli bir pikabın üstünde çok havalı duruyorlar. (yanındaki biblolarla, duvardaki tablolarla renk uyumu var mı?)
3. Beni diğerlerinden ayırarak, sosyalleştiriyor müzikten daha iyi anlıyormuşum gibi görünmeme yardımcı oluyor. (bu yeterince açık)

Neyse, 20 küsur yıl önce evlerimizden kovulan plaklar ve pikaplar yeniden baş tacı edilmeye başlandı. Garipliklerine karşın sevindirici tarafı ne, biliyor musunuz? Hikâyenin sonunda yaşamın yanılsamalı akışına kendisini kaptırmayan romantikler kazandı.

[email protected]